BREAKING NEWS
latest

19 Aralık 2020 Cumartesi

Bel ve boyun ağrısından 10 adımda korunma rehberi


Son haftalarda Covid-19 pandemisi nedeniyle birçoğumuz evde çalışıyoruz. Ancak dikkat! Salonda üzerine yatarak müzik dinlediğimiz, televizyon seyrettiğimiz, kitap okuduğumuz ve sevdiklerimizle muhabbet ettiğimiz pufidik koltuklar çalışmak için ne kadar uygun olabilir ki? 

Yoğun bir iş gününde zaman zaman halı üzerine veya yatağa uzanmayı hayal etsek de, dinlenmek için planladığımız bu ortamların ideal bir çalışma şartları sunmadıkları kesin. Dolayısıyla evde çalışma ortamınızı uygun şartlarda düzenlemezseniz ve bazı hatalı alışkanlıklarınıza devam ederseniz, iş yerinde bilgisayar başında uzun süreler çalışmaya bağlı olarak gelişen sırt, boyun ve bel ağrılarını daha çok, hatta daha şiddetli yaşamanız mümkün. Peki bel ve boyun sağlığımız için ev ortamında nasıl bir çalışma düzeni sağlamalı, hangi hatalı alışkanlıklarımıza son vermeliyiz?

Acıbadem Fulya Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı, Spor Hekimi Prof. Dr. Tolga Aydoğ evde çalışırken dikkat etmeniz gereken 10 kuralı anlattı, önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.

Mutlaka masanızda çalışın

Evinizde yerde, yatakta veya koltukta değil; mutlaka masanızda ve uygun bir çalışma sandalyesinde oturarak çalışın. Aksi halde tüm omurga, kollar, dizler ve kalçalar kötü yük dağılımının etkisiyle daha çok ağrıyacaktır.

Tüm ihtiyaçlarınızı masanıza yerleştirin

Masanız, çalışırken kullanacağınız malzemeleri yerleştirebileceğiniz kadar büyük olmalı. Telefon, kalemler, dosyalar ve hesap makinesi gibi ihtiyacınız olan tüm malzemelere erişmek için sık sık dönmeniz ve özellikle yerden sürekli bir şeyler almanız, bel fıtığı veya kas ağrıları çekmenize yol açabiliyor.

Sandalyeniz ideal yükseklikte olsun

Çalışma sandalyeniz; oturduğunuz kısmı yükselip/alçalabilen, kolları çıkabilen, arkası yatabilen özelliklere sahip olmalı. "Çok alçak sandalyede çalışmak dizin ön kısmında ağrılı bir soruna, ayakların yere temas etmediği yükseklikteki sandalye ise omurga nedenli ağrılara yol açabiliyor" uyarısında bulunan Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı, Spor Hekimi Prof. Dr. Tolga Aydoğ sözlerine şöyle devam ediyor: "Çok yüksek olup ayaklarınızın havada kaldığı ya da çok alçak olup dizlerinizin kalçanızdan yüksekte olduğu sandalyelerde çalışmayın. Ayaklarınız rahat bir şekilde yere değerken, dizleriniz ile kalçanız aynı yükseklikte olmalı"

Bel boşluğunuzu destekleyin

Omurga kökenli kas ağrıları yaşamamak için sandalyede otururken, bel boşluğunuz sandalyenin arkasına temas etmeli. Eğer temas etmiyorsa bel boşluğunuzu küçük bir yastıkla destekleyin. Sandalyenize sırtınızı dayadığınız kısmının yüksekliği kürek kemiklerinizin en az yarısına kadar ulaşmalı ve otururken boyun, sırt ile beliniz rahat durumda olmalı.

Bilgisayarın ekranı çok aşağıda olmasın

Bilgisayarın monitörünü gözünüzden 50-75 santim uzakta olacak şekilde yerleştirin.Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı, Spor Hekimi Prof. Dr. Tolga Aydoğ bilgisayar ekranının orta noktasının mutlaka göz hizanızın hafif aşağısında olması gerektiğini belirterek şu uyarılarda bulunuyor: "Eğer dizüstü bilgisayar kullanıyorsanız, adında olduğu gibi bilgisayarı dizinizin üzerine koyarak çalışmayın. Ya ek bir destekle bilgisayarınızı yükseltin ya da ek klavye veya ekran kullanın. Ekranın çok alçak ve sizden çok uzak olması, başınızı ve omuzlarınızı öne doğru eğmenize, bunun sonucunda da boyun fıtığı, kas ağrıları ile duruş bozukluğuna neden olabiliyor"

Dirseklerinizi fazla bükmeyin

Klavyenizi kullanırken dirseklerinizin çok bükülü veya çok açık olmamasına, ön kolunuzun yere paralel kalmasına ve ellerinizin de yukarı doğru çok açılanmamasına dikkat edin. Ayrıca omuzlarınız ve kollarınız da gevşek halde olmalı. Aksi çalışma şartları dirsek ve el bilek düzeyinde sinir sıkışmasına, sırt ile boyun ağrılarına yol açabiliyor.

Konuşurken bu hatayı asla yapmayın

Bilgisayar kullanırken telefonu kulağınız ile omuz arasında sıkıştırmayın ya hoparlörü açarak ya da kulaklıkla kullanmaya özen gösterin. Aksi takdirde omurga nedenli kas ağrıları veya boyun fıtığı gelişebiliyor.

En geç saat başı mola şart!

Masa başında çalışırken en geç saat başı 5-10 dakika mola verin ve bu süreçte ayağa kalkıp dolaşın. Kısa süreli molalar bir yandan zihninizi boşaltmaya yardımcı olurken, diğer yandan da hatalı oturmaya bağlı sorunları kısmen rahatlatmaya yardımcı olacaktır.

Haftada 3-5 gün egzersiz çok önemli

Bel ve boyun sağlığınız için haftada 3-5 gün, evde uygun bir ortamda, 20-30 dakika orta tempolu yürüyüş veya egzersiz yapın. Daha önce ilgili sağlık çalışanı veya antrenörünüz tarafından kısa olduğu söylenen kaslarınız varsa bunları uzatma amaçlı germe egzersizleri yapmayı ihmal etmeyin. Egzersiz yapmaya alışkın değilseniz, bu süreçte yüksek yoğunluklu aralıklı çalışma niteliğinde egzersizlere başlamayın.

Abur cuburlara dikkat!

Koronavirüs (Covid 19) pandemisinin oluşturduğu kaygı ve evde olmanın rahatlığıyla abur cubur yemekten kaçının. "Evde kalma süresi sonunda kilonuz istemediğiniz rakamlara ulaşıp, omurga sağlığınızı da tehlikeye atabilir" uyarısında bulunan Prof. Dr. Tolga Aydoğ, "Ayrıca çalışmaya kendinizi kaptırıp su içmeyi de unutmayın, çünkü su vücuttan toksinlerin atılmasını sağlamak gibi birçok yaşamsal önem taşıyan işlevlere sahip." diyor. Bunların yanı sıra uzun süre kalkmadan çalışmak ve özellikle az su içmek böbrek taşı oluşumuyla da sonuçlanabiliyor.

Kanserden korunmanın 13 yolu

Bilim insanlarının tedavisi için üzerinde çalıştığı kanser hastalığı, günümüzün en önemli sağlık sorunlarının başında geliyor. Dünyada her yıl 18,1 milyon kişiye kanser tanısı konarken, 9,6 milyon kişi de kanser nedeniyle yaşamını yitiriyor. 

Türkiye'de ise her yıl 170 bin kişinin kansere yakalandığını ve yaklaşık 150 bin kişinin hayatını kaybettiğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Onkolojik Bilimler Koordinatörü, Medikal Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Necdet Üskent, "Türkiye'de erkeklerde akciğer, prostat, kolon ve mide kanseri daha sık görülürken, kadınlarda meme, tiroid, kolon ve mide kanserleri daha sık görülüyor. Dünyada ise sırası ile en fazla görülen kanserler akciğer, meme, prostat ve kolo-rektal kanserler. En fazla ölüme neden olanlar ise sırasıyla akciğer, kolo-rektal, mide ve karaciğer kanserleri" dedi. Prof. Dr. Necdet Üskent, kanserden korunma yolları ile ilgili bilgiler verdi.

Sigardan uzak durulmalı: Sigara içerisinde 4000'in üzerinde zararlı kimyasal bulunuyor. Bu kimyasallar DNA'ya zarar vererek önemli genlerde değişikliğe neden oluyor. Kanser hücreleri vücutta gelişerek hızla ve kontrol dışı çoğalarak kansere neden oluyor. Akciğer, yumurtalık kanserleri, bazı lösemi türleri, ağız, gırtlak, üst yutak, burun ve sinüsler, yemek borusu, karaciğer, pankreas, mide, böbrek, mesane, rahim ve bağırsak kanserleri doğrudan sigara kullanımı ile ilgili.

Şeker doğal yiyeceklerden karşılanmalı: Vücutta kanser hücreleri dahil, tüm hücrelerin şekere ihtiyacı var. Şekerin neden olduğu aşırı kilolar, bel çevresindeki yağlanma ve obezite de kanseri tetikleyen en önemli faktörler arasında. Şeker sebze ve meyvelerden karşılanmalı. Çocuklara küçük yaşlardan itibaren sağlıklı beslenme alışkanlığı kazandırılmalı, sağlıklı atıştırmalıklar özendirilmeli. Fazla yağlı ve şekerli gıdaların tüketilmesinin kanserle ilişkili olduğu kanıtlanmış. Şekerli gıdalar vücutta enflamasyonu da (iltihap) artıyor. Kanserin kökeni olan enflamasyon, kanser hücrelerinin çoğalmasına da neden oluyor.

Yağlı yiyeceklerden uzak durulmalı: Kızarmış yiyecekler, yağlı etler ve diğer yüksek yağ oranlı yiyecekler daha az tüketilmeli. Günde en az 5 tane meyve ve sebze yenmeli, özellikle yeşil yapraklı ve yüksek C vitaminli besinler, turunçgiller tüketilmeli. Yulaf gibi tahıllar ve haftada 2 kez balık tüketilmeli. Ayrıca ailesinde kanser vakaları olanlar beslenmesine dikkat etmenin yanı sıra düzenli taramalarını da ihmal etmemeli.

Hareketli yaşam tarzı benimsenmeli: Egzersiz kanser, diyabet, tansiyon, kalp hastalıkları gibi hastalıkların görülme riskini azaltıyor. Düzenli egzersiz metabolizmayı olumlu etkileyerek, bağışıklık sistemini güçlendirerek, fazla kiloları yok ederek ve stresi azaltarak kanser riskini azaltıyor. Metabolik sorunlar, bağışıklık sisteminin zayıflaması ve fazla kilolar da kansere yol açan başlıca nedenler arasında. Çağımızın çocukları çok hareketsiz, parklarda bahçelerde oynamak yerine, televizyon, bilgisayar ya da tablet karşısında oturuyorlar. Haftada 5 gün 30 dakika yürümeyle kolon kanseri ve meme kanseri riski yüzde 30-40 oranında azaltılabiliyor.

Sebze ve meyveler iyi yıkanmalı: Sebze ve meyveleri iyi yıkamak, tuzlu ve sirkeli suda bekletmek yiyeceklerin kimyasallarını/ilaçlarının arındırılmasında oldukça önemli.

Elektronik cihazlar: Dünya Sağlık Örgütü'nün yaptığı, 14 ülkeden 31 bilim insanının katıldığı kapsamlı araştırmaya göre cep telefonu beyin kanseri riskini artırıyor. Araştırmada bir beyin kanseri tümörü olan gliomanın oluşum riski, kablosuz sistem kullanımıyla artarken, cep telefonu kullanılırken mutlaka kulaklık kullanılması önerilerek telefonun yastığın altına ya da başucuna konarak uyunmaması gerektiği belirtiliyor.

Stresten uzak durulmalı: Birçok kanser türü, bağırsak hastalıkları, tansiyon, diyabet ve kalp hastalıklarının strese bağlı olduğu bilimsel olarak da kanıtlamış durumda. Kanserden ve diğer hastalıklardan korunmak için stresle mücadeleyi ve stresi biraz daha hafif yaşamayı öğrenmek önemli. Fiziksel aktivite, egzersiz, meditasyon, yoga, müzik terapisi gibi yöntemlerden faydalanılarak stres azaltılabilir.

Obeziteye karşı önlem alınmalı: Fazla kilolu ve obez kişilerde özellikle menopoz sonrası meme kanseri, bağırsak kanseri, rahim kanseri, yumurtalık kanseri, yemek borusu kanseri, pankreas kanseri, böbrek kanseri, prostat kanseri, mide kanseri ve safra kesesi kanseri riskinin arttığı görülüyor. Araştırmalar fazla kilo ve obezitenin kanseri tetiklediğini gösteriyor. Östrojen ve insülin de dahil olmak üzere, bu hormonların bazılarının yüksek düzeyde olması belirli kanserlere yakalanma riskini arttırabiliyor. Araştırmalar, obezite ve fiziksel aktivite yetersizliğinin yüzde 20-25 oranında özellikle meme, kolon ve yemek borusu kanserlerine yakalanma riskini artırdığını gösteriyor. Obezite ayrıca karaciğer ve rahim kanseri riskini de yüzde 20-30 oranında artırıyor.

Kaliteli uyku uyunmalı: Düzensiz ve kalitesiz uykunun hormonlar ve metabolizmayı olumsuz etkiliyor. Uyku sırasında vücut için fayda sağlayan birçok hormon salgılanıyor. Uyku bozuklukları hem fiziksel hem de ruhsal pek çok hastalığı tetiklediği gibi kanser riskini de artırabiliyor.

Mikrodalga fırınlarda kullanılan kaplara dikkat edilmeli: Mikrodalgaların, yiyeceklerin yapısını bozduğu ve yiyeceklerdeki besin değerlerini oldukça azalttığı iddia ediliyor. Böylece vücuda alınan vitaminlerin değeri bozuk veya değişmiş oluyor. Bu da zamanla kansere yol açabiliyor. Mikrodalga fırını kullanırken kullanılan kapların mikrodalgaya uygun olmasına özellikle dikkat edilmeli.

11:00-16:00 saatleri arasında güneşe çıkılmamalı: Güneş, cilt kanseri riskini artırıyor. Özellikle de güneş ışınlarının, çok yoğun ve kanserojen etkiye sahip oldukları 11:00-16:00 saatlerinde güneşe çıkmamakta yarar var. Cilt tipine uygun, yüksek koruma faktörlü güneş kremlerini kullanmak önemli.

Eskimiş tavalar kullanılmamalı: Eskimiş, çizilmiş teflon tavaların kullanılmamasında fayda var. Ancak kaliteli, yüksek standartlarda üretilmiş tavalarda risk olmadığı belirtiliyor.

Cam ya da ahşap mutfak malzemeleri tercih edilmeli: Plastik, kanserojen maddeler içerir. Bunun yerine cam ya da tahta ürünler kullanılmalı. Ancak artık çok kaliteli plastik ürünler var ve bunlar fırına hatta mikrodalgaya bile girebiliyor.

Koku kaybı, uyku bozukluğu ve kabızlık parkinson habercisi

Genel olarak hareketlerde yavaşlama ile birlikte ortaya çıkan Parkinson hastalığı, hasta ve yakınlarının hayatını olumsuz etkiliyor. 

Parkinson hastalığının genelde 65-70 yaşlarında ortaya çıktığını vurgulayan Anadolu Sağlık Merkezi Nörolojik Bilimler Direktörü Prof. Dr. Yaşar Kütükçü, "35-40 yaşlarında da Parkinson gelişen hastalarımız var. Genç yaşta Parkinson ortaya çıkıyorsa, bunun altında mutlaka buna neden olan faktörler araştırılmalı. Genetik yatkınlık çok önemli" açıklamasında bulundu.

Vücutta dopamin miktarının yüzde 60-70 oranında azaldıktan sonra Parkinson belirtilerinin ortaya çıktığını belirten Anadolu Sağlık Merkezi Nörolojik Bilimler Direktörü Prof. Dr. Yaşar Kütükçü, "Bu aşamadan sonra Parkinson belirtileri ortaya çıkıyor. Parkinsonun genel olarak 4 tane temel bulgusu var: En önemli bulgu hareketin yavaşlaması. Tüm hareketlerde yavaşlama ve hareketlerin amplitüdünün düşmesi (örneğin yürürken yavaş ve küçük adımlarla yürüme gibi) görülmektedir. İkinci bulgu ise titreme. Özellikle istirahat halinde görülen titremelere dikkat edilmeli. Üçüncü bulgu kol ve bacakta 'katılık' olarak tanımlanan sertliğin meydana gelmesi. Hastalar hareketleri daha zor yapar, kolunu bacağını kullanırken zorlanır. Son bulgu ise denge sorunları. Parkinson hastaları maalesef çok sık düşerler" dedi.

Koku alma bozukluğu Parkinson belirtisi olabilir

Parkinson olmadan hastalarda 'premotor' denen, ileride Parkinsonun gelişebileceğini düşündüren bulguların olduğuna değinen Prof. Dr. Yaşar Kütükçü, "Parkinson hastalığı aslında hasta olmadan 10-15 yıl önce belirti veriyor. En önemli ön belirti ise kabızlık. REM uykusu davranış bozukluğu dediğimiz uyku bozukluğu, uykuda bağırma, korku, kol ve bacaklarda hareket de Parkinson belirtisi olabilir. Ayrıca koku alma bozukluğu da hastalığın ön belirtisi olabilir. Parkinson hastalarının geçmişine baktığımızda çoğunda bu tarz belirtiler olduğunu görüyoruz. Bu kişilerde Parkinson riski daha yüksek" şeklinde konuştu.

Parkinson hastalarına, duygularını belli edemedikleri için depresyon tanısı da konabiliyor

Parkinsonda ana bulguların yanı sıra birçok yan bulgunun da olduğuna değinen Prof. Dr. Yaşar Kütükçü, "Bu hastalarda 'Maske yüz' dediğimiz bir durum gelişir. Hastalarda mimik hareketleri azalır, donuk bir ifade olur. Bu hastalar duygularını belli edemedikleri için çoğu kez bu hastalara depresyon tanısı da konabiliyor" açıklamasında bulundu. Parkinson hastalarının konuşmasının da belli bir süre sonra etkilendiğini ve monoton konuşmaya başladıklarını anlatan Prof. Dr. Yaşar Kütükçü, "Konuşmalarında duygular anlaşılmaz. Ses şiddeti azalır, daha kısık sesle konuşurlar" dedi.

Parkinson hastaları bol bol hareket etmeli

Parkinson hastalarına mümkün olduğu kadar hareketli olmayı önerdiklerini anlatan Anadolu Sağlık Merkezi Nörolojik Bilimler Direktörü Prof. Dr. Yaşar Kütükçü, "Parkinson hastaları yürüyüşler yapmalı, günlük işlerini yapmalı ve hareket etmeli. Asla kendini eve kapatmamalı. Burada yoga veya Tai Chi gibi denge egzersizlerinin de büyük yararı var. Hareketle alakalı bir hastalık olduğu için hastalar hareket etmekten kaçınıyor ancak biz bunun tersini yapmalarını söylüyoruz. Yaşam kaliteleri hareket ettikçe yükselir" dedi. Parkinson hastalığının seyri ve tedavi aşamasında hastaların halüsinasyon görebildiğini de belirten Prof. Dr. Kütükçü, "Parkinson hastalarının diğer halüsinasyon görenlerden farkı, halüsinasyon gördüğünün farkında olması. Halüsinasyonlar çok hafif başlayıp sonrasında hastayı çok rahatsız edecek noktaya kadar gidebiliyor. Ayrıca tansiyon düşüklüğü görülebiliyor. Ayağa kalkınca baş dönmeleri, düşmeler olabiliyor. Bu yüzden tansiyonları kontrol altında olmalı" önerisinde bulundu.

İleri evre hastalarda beyin pili tedavisi

Parkinson hastalarına ilaç tedavisi uygulandığını belirten Prof. Dr. Yaşar Kütükçü, "6 grup ilacımız var, onları kullanıyoruz. İleri evre hastalarda beyin pili (Derin beyin stimulasyonu) dediğimiz bir yöntem de uygulayabiliyoruz. Bu yöntemde, beyinde Parkinson ile alakalı çekirdeklere elektrot yerleştirip, dışardan bu elektrotu uyararak şikayetlerini gidermeye çalışıyoruz. Beyin piliyle bu hastaların titreme ve yavaşlık gibi şikayetleri çok azalıyor, yaşam kaliteleri yükseliyor. Ayrıca ileri evre hastalarda bağırsaktan verdiğimiz bazı ilaçlar var. Bunlar da etkili ilaçlar" dedi.

Parkinsonun seyrinin durdurulması ile ilgili çalışmalar sürüyor

Parkinsonun kronik ve uzun süreli bir hastalık olduğunu ve devamlı bir doktor kontrolünde olunması gerektiğinin altını çizen Uzmanı Prof. Dr. Yaşar Kütükçü, "Her evrede hem hastalıkla hem ilaçlarla ilgili ortaya çıkan yeni bulguları değerlendirip tedaviyi düzenlemek gerekiyor" şeklinde konuştu. Parkinson ile alakalı çalışmaların çok fazla olduğunu vurgulayan Prof. Kütükçü, "Parkinson aşısı ve eksik dopamin üreten hücrelerin beyne tekrar verilmesi gibi kök hücre çalışmaları üzerinde çalışılıyor. Kök hücrelerle beynin tekrar dopamin üretmesi amaçlanıyor. Ayrıca hastalığın seyrini durdurmakla ilgili çalışmalar sürüyor. Önümüzdeki 10-15 sene içerisinde bu konu ile alakalı çok önemli çalışmalar olacağını düşünüyorum" açıklamasında bulundu.

Yaş ve genetik Parkinsonda engellenemeyecek risk faktörlerinin başında geliyor

Parkinsonun ileri yaş ve genetik gibi engellenemeyecek risk faktörlerinin bulunduğunu ancak bunun yanı sıra kuyu suyu kullanımı gibi çevresel etkelerin de önemli olduğuna değinen Prof. Dr. Kütükçü, "Özellikle tarım ilaçları ve böcek ilaçlarına maruz kalmanın Parkinson'a neden olabileceği söyleniyor. Ayrıca demir, alüminyum, manganez gibi ağır metalleri yüksek dozda alanlarda Parkinson daha fazla görülüyor. Kafa travmasının da Parkinsona yol açabileceğine dair çalışmalar var" şeklinde konuştu.

Kadınlarda kısırlığa yol açan gen bulundu

2010 yılında erkeklerde kısırlığa yol açan gen bulunmuştu. Bilim adamları şimdi de kadın kısırlığının ana sebeplerinden birinin arkasındaki sorumlu geni keşfetti.

Kadın Hastalıkları Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Betül Görgen, Klinik Endokrinoloji ve Metabolizma dergisinde yayınlanan araştırmanın detayları hakkında şu bilgileri verdi:

TEDAVİSİ OLMAYAN YUMURTALIK PROBLEMİ İÇİN UMUT

"Polikistik Over Sendromu (PKOS), kısırlık sorunu yaşayan kadınlarda rastlanan sebepler arasında önde gelenlerden biri olup, çocuk sahibi olma dönemindeki 10 kadından birini etkilemektedir.

Araştırmacılar, erkek hormonu üretimine katkıda bulunan ve PKOS gelişiminde esas rolü üstlenen bir gen buldular. Bu genin adı: DENND1A Bu keşif tedavide de yeni ufuklar açabilir.

Araştırma, PKOS'nun oluşumunda DENN1A adlı genin sorumlu olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Bu gen yumurtalıklarda testosteron üretiminde çok önemlidir. PKOS'undan muzdarip kadınlarda da hormonal dengeyi bozan anahtardır.

Bu keşif tedavi açısından da yeni yaklaşımlar getirecektir. Bu geni düzenleyen yolları hedef alan tedaviler asıl çözüm olacaktır."

Koronavirüs korkutmadı! Yaşlılar neden dışarıda?

Yaşlılar yasak tanımıyor!

"EVDE KAL" çağrına neden aldırış etmiyorlar?

Koronavirüs salgını özellikle yaşlı nüfus için hayati tehlike yarattığı için 65 yaş üzerinin sokağa çıkması sınırlandırıldı. Ancak yasaklar ve para cezaları bile bazı yaşlıları evde tutmaya yetmedi. İçişleri Bakanlığı'nın sokağa çıkmalarına kısıtlama getirmek zorunda kaldığı yaşlılar neden böyle davranıyor? Salgının ölümcül etkilerini niçin umursamıyorlar? Maltepe Üniversitesi'nden Doç. Dr. Figen Karadayı, yasak dinlemeyen yaşlıların içinde bulundukları ruh halini ve evde kalmalarını nasıl sağlamak gerektiğini anlattı.

Küresel koronavirüs salgınında daha fazla can kaybını önlemek ve risk grubundakileri korumak için geniş çaplı önlemler alınıyor. En çok risk altında olanlar 65 yaş ve üzerindekiler olmasına rağmen Türkiye; yaşlılarını evde tutmakta zorlanıyor. Sosyal mesafe kuralı ve "Evde Kal" çağrılarına uymayan yaşlılar; İçişleri Bakanlığı 81 ile gönderdiği genelge ile uygulamaya başladığı sokağa çıkma yasağını da dinlemiyor. Sokaklar, parklar yaşlılarla dolup taşıyor.

Peki ama her zaman kurallara uymamız için bizleri uyaran büyüklerimiz neden böyle davranıyorlar? Maltepe Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. E. Figen Karadayı bazı yaşlıların neden kendilerini tehlikeye atıp ısrarla dışarıya çıkmak istediklerini ve kendi sağlıkları için evlerinde kalmalarına nasıl ikna edilebileceklerini anlattı. Doç. Dr. Karadayı'ya göre yaşlı, kimsesiz, okuyarak veya çalışarak vakit geçirme olanağından yoksun kimselerin dışarıya çıkmakta ısrar etmelerinin en önemli sebebi; yalnızlıkları… Özellikle eğitim düzeyi düşük yaşlıların toplulukçu bir kültürün bireyleri olarak daha çok birbirleri ile konuşarak ve dışarıda dolaşarak vakit geçirme alışkanlıklarının olması ve evde başka oyalanacak etkinliklerinin bulunmamasının en önemli neden olduğunu söyleyen Karadayı, "Eğitim düzeyi yüksek olanlar evde internet ortamında ve sosyal medya ile oyalanıp güzel vakit geçirebilirken bu grup böyle olanaklara sahip değil" dedi.

Yalnız ve tek bir birey olarak yaşamın hakim olduğu batı toplumlarında evde tek başına oturup oyalanmanın daha kolay olduğunu dile getiren Karadayı, Türkiye gibi toplu yaşamayı seven kültürlerde bunun daha zor olduğuna dikkat çekti ve evlerdeki yaşamın onlar için nasıl daha eğlenceli hale getirilebileceği üzerine düşünmek gerektiğini söyledi.

"TEHLİKENİN FARKINDA DEĞİLLER"

Doç. Dr. Karadayı'ya göre, sokağa çıkmanın önlenememesinin en önemli sebeplerinden birisi de yaşlıların yaşamlarının tehdit altında olmadığını düşünmeleri… "Sorunun ciddiyetine içten inanmıyorlar" diyen Karadayı, mesajların bu kesimin özellikle dikkate aldığı kişiler tarafından, yüz yüze verilmesi gerektiğini söyledi. Karadayı, "Kimden geldiğine göre kuralı kabul eder veya etmez. Etkin olan, sözü dinlenen kişiler çevresindeki yaşlıları ikna etmeli" dedi. Karadayı şöyle devam etti..

"Yaşlıların büyük kesimi internet kültürüne alışmadı. Yüz yüze etkileşim çok önemli. Telefon ya da internetten mesajla çağrıya yanıt vermeyebilirler ama akraba, tanıdık vasıtasıyla aldıkları bilgiyi doğru kabul edebilirler. Bu nedenle 65 yaş üzeri yaşlılarımıza; yakınları, akrabaları, arkadaşları yoluyla yaklaşmak ve ikna etmek daha başarılı sonuçlar verebilecektir. Özellikle çocuklar, dışarı çıkmakta ısrar eden anne-babalarına salgının kendileri ve temasta bulunacağı kişiler için nasıl bir tehlike yaratabileceğini açık ve net şekilde anlatmalılar, yaşlıları takip etmeliler."

"BANA BİRŞEY OLMAZ''

Belirli bir yaşa gelmiş bazı yaşlıların ayrıca bir yaşam değeri olarak kaderciliğe inanması yada "bana bir şey olmaz" inancının da önemli rol oynadığını söyleyen Doç. Karadayı, "Evde mutsuz olmaktansa dışarıda risk almayı seçiyor. Zaten risk olduğuna da inanmıyor" dedi.

Her alt kültürel grubun farklı nedenleri olduğunu da vurgulayan Doç. Karadayı, "Bana bir şey olmaz kaderci anlayışı sadece yaşlılarda değil, gençlerde de var. Gençler de umursamaz davranıyor. Ama burada önemli olan 'başkasına vereceği zararı önemsememe' duygusudur. Bir farkındalık oluşmamış" dedi.

"SOKAĞA ÇIKMALARININ ÖNÜNE GEÇİN"

65 yaş üzeri yaşlıların büyük çoğunluğunun teknolojiyi kullanma konusunda yetkin olmadığını söyleyen Karadayı, "Temel ihtiyaçları karşılama açısından evde kalabiliyorlar ama özel ihtiyaçlarına sıra gelince uymayabiliyorlar. Fatura, kredi kartı ödeme gibi özel işlemleri için de bankaya gitmek gerekiyor. Her evde bu işleri yapacak gençler de yok! Alışveriş yapmak başta olmak üzere birçok ihtiyaçları var. Daha bilinçli önlem alan yaşlılar için daha bilinçli uygulamalara fırsat tanınması gerekmektedir. Bunları çözecek bir dayanışma olmalı ki sokağa çıkmalarının bu anlamda da önüne geçilsin" dedi.

Mutsuz ve yorgun görünmeye son!

Son zamanlarda göz kapağı estetiği, genç yaşlı demeden birçok kişinin öncelikli estetik ameliyat tercihleri arasında yer alıyor. Göz kapağı estetiği sayesinde yorgun ve yaşlı görünüm gider, yerini daha dinç, genç ve etkili bakışlara bırakır

Yüzümüzde en dikkat çekici bölge, gözlerimiz ve çevresidir. Yaşlanma belirtilerinin kendisini en fazla gösterdiği yerlerin başında da göz kapakları gelir. Çok ince derili olan göz kapaklarındaki cilt kırışması ilerleyen yaşlarda neredeyse kaçınılmaz olur. Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Fatih Atmaca, göz kapağı estetiği ile ilgili bilgiler verdi…

GÖRMENİZİ DE BOZABİLİR

"Gözlerin etrafında başlayan bütün sarkmalar göz kapaklarını etkiler. Bu da zamanla görmenizi bozabilir" diyen Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Fatih Atmaca, "Göz kapaklarında; ya yaşlanmaya bağlı olarak, ya kalıtsal olarak daha genç yaşlarda ya da gözlerin fazla yorulmasına bağlı olarak torbalanma, bollaşma oluşabilir. Endişelenmeye gerek yoktur, bu durum göz kapağı estetiği ile düzeltilebilir. Doğru kişiye uygun yöntemle yapılan küçük dokunuşlardan çok iyi sonuçlar alıyoruz. Uykulu, yorgun ve yaşlı görünüm gider, daha dinç, genç ve etkili bakışlara sahip olabilirsiniz" dedi.

DAHA YAŞLI BİR GÖRÜNTÜ OLUŞUR

"Kimi zaman yapısal olarak gevşek bir ciltten, kimi zaman yaşa ve yer çekimine bağlı olarak sarkan göz kapaklarımız; daha yaşlı, daha yorgun ve daha mutsuz görünmemize neden olur" diyen Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Fatih Atmaca, şu bilgileri verdi: "Dengesiz beslenme, düzensiz kilo alıp vermek, gün ışığına yoğun maruziyet, uyku düzensizliği ve sigara kullanımı; kapak cildinde sarkma, gözaltı torbalanması ve kırışıklıklara neden olur. Kapak derisindeki ileri derecede sarkma, görme alanımızı dahi kısıtlar. Her göz açıp kapamanızda, sarkan cildin kirpiklere temasından dolayı gözlerinizde kaşıntı, kızarıklık ve kirpiklerinizde dökülme meydana gelebilir."

AYNI GÜN TABURCU OLUNUR

Tüm bu olumsuz durumlardan kurtulmanın ve daha sağlıklı, güzel görünmenin blefaroplasti (göz kapağı estetiği) ile çok kolay olduğunu belirten Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Fatih Atmaca, "Göz kapağı estetiği, genel anestezi (narkoz) gerektirmez. İşlem yaklaşık olarak üst kapaklar için 20'şer, alt kapaklar için 30'ar dakika sürer. Sarkan, kırışıklığa sebep olan cilt uzaklaştırılır, torbalanma yapan yağ dokuları temizlenir ve cilt altı dokumuz sıkılaştırılır. Operasyondan sonra hastanede kalmanız gerekmez, aynı gün evinize dönebilirsiniz" dedi.

Öteki kadınları anlayabilmek

Başımıza gelmemiş olsa bile çevremizden mutlaka kulağımıza çalınmıştır; komşumuzun, arkadaşımızın ve hatta kardeşimizin kocasının hayatındaki ÖTEKİ KADINLAR!!! 

Toplum, aile, ahlaki değerler adı artık her neyse red etsede bu tür ilişkileri, yaşamları maalesef tanık olur ya da duyarız.

Başkasına ait bir erkek, bir çocuğa ait baba hangi sebeple paylaşılmaya cürred edilir. Aşk mı? Tutku mu? Sevgi mi? Hangi sebeptir ki, sizi toplumdan, ailenizden, değer yargılarınızdan soyutlasın ve sizi bir erkeğin gizlediği, meşrulaştırmadığı utanç gibi yaşamasına izin versin!

Hangi şartlardır ki, tanrının annelik gibi bir lütufla şereflendirdiği kadını basiretsiz ve onursuz bir hale getirsin. Kadın olarak düşündüğüm zaman içimi hem büyük bir öfke hem de bir hüzün kaplıyor. Çünkü toplumda bizler, ÖTEKİ KADINLARI eleştirirken onun kadar suçlu olan erkeği her nedense temize çekmek için bir sürü bahaneler buluruz. Öyle ya dişi kuyruk sallamazsa erkek dönüp bakamaz değil mi? Ya da o erkektir yapar...

Peki onun yapması neden bu kadar meşrudur? Namus bacak arasında ise erkekte aynı namusu taşımıyor mu? Dürüst, doğru, güvenilir olmak için; birini aldatmamak, yalan söylememek gerekiyorsa neden, en kutsal birlikteliğe, ailene-eşine -babalığına, çocuğuna yalan söyler, ihanet eder insan? Bunun adı aşktır ya da o anda bulunan başka bir sebep.

Zaten hep bir bahanesi vardır erkeğin aldatmak için; ya sevgi kalmamıştır (bu da saygısızlığa sebep mi tartışılır) ya karım eskisi kadar kendine bakmıyor. Bazen karısının annesidir problem:) hatta kimi zaman çocuktur sorun (çocuklara ayırdığın zaman kadar bana zaman ayırsaydın...). Bu sebepler uzar, o anki ortama göre amaç kendini haklı çıkarmak belkide vicdanını rahatlatmaktır. Ama hiç düşünmez, en son ne zaman karısına sevdiğini söylemiş, ona şık görünmek için rejim yapmış mıdır acaba?:) Bunları sormaz kendine yalnızca ister ve bekler...

Ve gelelim ÖTEKİ KADINLAR a bu tür erkekler cesur olsalar, aşk diye tabir ettikleri bu ilşkilerine ve ortakları olan bu kadınlara meşru yaşama hakkı tanıyarak sahip çıkmazlar mıydı? Saygı duysalar, gizlediği ve toplumun ötelediği sınıfta yaşamaya mecbur ve devam etmezlerdi. Sonuçta sınıfı ne olursa olsun sömürülen hep kadın :(.

Aslında düşünüyorumda ÖTEKİ KADINLAR, her zaman yuva yıkan , üvey anne adayı olan insanlar olmayabiliyor . İlişkilerinde birlikte oldukları erkeği zor duruma sokmamak için bu erkeği ve evliliğini tek başına sırtlanıyorlar.

Erkeğin dinlendiği gizli bir liman olmak adına kendi hayatılarından ödün veriyorlar. Erkek sözde onda bulduğu huzurdan sonra deşarj  olmuş olarak, reel hayatına, eşine ve yuvasına sevecen bir aile babası olarak geri dönüyor. Mutlu olmak adına bir kadının hayatıda bu şekilde sömürülüyor işte. Evinde belki de, ne sevigilisi var aklında karısının gözlerine bakarken ne de o limanı:). Nasıl olsa yaşadığı bu yasak ilşkiyi deşifre etmemek için o kadın kendinden daha dikkatli olmalı! Erkek yırtar bir şekilde çıkar işin içinden:).

Dilek YAKA
Bu hasas davaranışta da beyfendi tercih yapmak zorunda kalmayacak iki hayat iki kadına arasında:). Tabi ki işler her zaman yolunda gitmez, bazen dişli , bencil bir ÖTEKİ KADIN erkekeğin tüm planlarını alt üst eder hayatı ve mahvettiği diğer hayatlar gibi...

Sözün özü  biz kadınlar anne, eş, çalışan kadın olarak hayatı omuzlamışken birde erkeğin lüks arzuları ve  nefsinin şımarıklığı için hayatımızı ÖTEKİ KADIN sıfatıyla bu insanlara meze etmemeliyiz. Kadın olmaya ve verilen asilliğe gölge düşürmeden onurun insan yaşamında kaybedildiği zaman kazanılması imaknsız tek varlığı olduğu gerçeğini aklımızdan çıkarmamalıyız...

* Dilek YAKA

© Copyright, Sağlık TV özel haberidir, izinsiz kullanılamaz.
Yazarımıza mail atmak için tıklayınız.,

Pet şişe kanser yapmaz, kahve korur!

Birçok kişi midede ekşime ve şişkinlikten şikayet eder ancak çok fazla ciddiye almaz. Aslında mide kanseri buna benzer belirtilerle geliyorum der. İstinye Üniversitesi Liv Hospital Bahçeşehir Gastroenteroloji Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ümit Koç, mide kanseri ile ilgili doğru bilinen yanlışları anlattı.

Mide kanseri erkeklerde akciğer, kolon ve prostat kanserinden sonra 4. sırada, kadınlarda ise meme ve akciğer kanserinden sonra 3. sırada görülen bir sindirim sistemi hastalığıdır. Daha çok 50-70 yaşları arasında ve erkeklerde görülür. Mide kanseri yüzde 80 civarında hiç belirti vermeden de ilerleyebilir, hazımsızlık, şişkinlik, bulantı, kusma, iştahsızlık ve karın ağrısı şikayetlerine de yol açabilir.

Peki, genetik faktörler dışında neler mide kanserine yol açar? Pet şişeler, damacana suları, kahve-çay gerçekten zararlı mı? Mide ilaçlarını ne kadar süre kullanmak gerekir? İstinye Üniversitesi Liv Hospital Bahçeşehir Gastroenteroloji Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ümit Koç, merak edilen tüm bu soruların yanıtlarını verdi.

BU BELİRTİLER VARSA DOKTORA GÖRÜNÜN

Mide kanseri çok çeşitli belirtiler vererek ortaya çıkar. Bu belirtileri erkenden anlamak ve gerekli tanı yöntemleri ile hastalığın varlığını belirlemek tedavide en büyük adımdır. Bu nedenle aşağıdaki belirtilerin varlığı önemlidir: Kronik kansızlık, istenmeyen ani kilo kaybı, iştahsızlık, erken doyma, halsizlik, midede ekşime, yanma, bulantı, kusma, yutma güçlüğü, karında şişkinlik. Kansere neden olan faktörler değiştirilemeyen ve değiştirilebilir faktörler olarak ikiye ayrılabilir. Yaş, genetik yatkınlık, cinsiyet gibi faktörler değiştirilemeyen faktörlerdir. Değiştirilebilir olanlar ise sigara, alkol, beslenme, çevre kirliliği gibi faktörlerdir.

Genetik yatkınlık, ileri yaşta ve erkek olmak gibi değiştiremediğimiz risk faktörleri mide kanserinde rol almaktadır. Bunların dışında mide kanseri oluşumunda sigara ve alkol başta olmak üzere beslenme alışkanlıklarımız, obezite, hareketsiz yaşam tarzı ve çevresel kirlilik gibi değiştirilebilir faktörler de etkilidir.

HER 10 KİŞİDEN BİRİNDE BU BAKTERİ VAR!

Mide, sindirim sisteminin bir parçası olduğundan beslenme alışkanlıklarımızın sonuçlarına doğrudan maruz kalan bir organdır. Yapılan çalışmalarda tuzlu beslenme, özellikle tuzlanarak saklanmış yiyecekler, tütsülenerek saklanmış yiyecekler, mangal gibi alevde çokça yanmış yiyeceklerin tüketilmesinin mide kanseri riskini artırdığı bilinmektedir. Yine çok sıcak içme ve yeme alışkanlığı da mide kanserinde risk oluşturur. İşlenmiş etleri çok fazla tüketme (pastırma, sosis, sucuk ve jambon) bu etlerde 'nitrozaminler' denilen kimyasal maddeler bulunduğundan mide kanseri riskini artırır.

Kanada'da yapılan bir çalışma, Helikobakter Pilori (HP) bakterisi taşıyan kişilerde kanser riskinin çok daha fazla olduğunu göstermiştir. Helikobakter Pilori, mide yüzeyine yerleşip gastrite neden olan bir bakteridir. Toplumumuzun yüzde 10'unda görülmektedir. HP enfeksiyonu olan kişilerin yüzde 1'inde mide kanseri geliştiği bildirilmiştir. Bu nedenle tedavisi önemlidir.

SALAMURA GIDALAR RİSKLİ!

Salamura gıdaları çok tüketmek de riski artırabilir. İnsan metabolizmasında hücrelerin oksijen kullanımı sırasında normal olarak aktif oksijen radikalleri dediğimiz moleküller oluşur. Bu moleküller antioksidan moleküller ile yok edilirler. Eğer yok edilemezlerse DNA yapısını bozarak kanser oluşumuna neden olabilirler. En güçlü antioksidan molekülller C ve E vitaminleridir. Antioksidanlar taze sebze ve meyvelerde, tahıllarda, baharatlarda ve çay, kahve gibi içeceklerde bol miktarda bulunur.

Kahve günümüzde çokça tüketilen içerisinde başta kafein, antioksidanlar olmakla birlikte yaklaşık bine yakın aktif madde bulunan bir içecektir. Birçok şekilde hazırlama yöntemi bulunmakta ve her yöntemde içerisindeki maddelerin etkinliği değişmektedir. Bu nedenle araştırmalarda bir standardizasyon yapmak zor olduğundan farklı sonuçlar ortaya atılmıştır. Günümüzde yapılan çalışmalarda kahve tüketiminin kansere yol açtığını söylemek yanlıştır. Tam tersine kahvenin kanserden koruyucu olduğunu gösteren çalışmalar olsa da, bunun ne derece doğru olduğu ileride çalışmalarda ortaya çıkacaktır.

ZARARLI DEMEK İÇİN 1 GÜNDE 60 DAMACANA İÇİLMELİ!

Plastik ambalajlarda, pet şişelerde ve damacanalarda Bisfenol A (BPA) maddesi üretim aşamasında kullanılmaktadır. Bu madde insan ve hayvan deneylerinde gösterildiği üzere yüksek dozlarda hormonal etkilere neden olabilmektedir. Ancak bu etkisinin ortaya çıkması için çok yüksek dozlarda alınması gerekir. Bu nedenle özellikle yeni doğanlarda en kötü durum senaryosu göz önüne alınarak biberonlarda kullanımı yasaklanmıştır. Ancak Hacettepe Üniversitesi Gıda Araştırma Merkezi'nde polikarbonat damacana ambalajları ile ilgili yapılan araştırma sonuçlarına göre Bisfenol A (BPA) maddesi, tabiatta her yerde vardır. Bu maddenin insan sağlığına zarar veren hale gelebilmesi için damacanaların 35 derece sıcaklıkta 60 gün süreyle bekletilip, bir kişi tarafından günde en az 60 adet damacananın içilmesinin gerektiği belirtilmektedir.

Pet şişe üretiminde kullanılan bir diğer madde ağır metal olan antimondur. Bu madde pet şişelerdeki su içerisinde çözünebilmekte ve insan vücuduna geçebilmektedir. Antimon bileşikleri doğada da olan bir ağır metaldir. Yapılan çalışmalarda ısıya maruz kalmış pet şişe içerisindeki sudaki miktarı ısı ile artmaktadır. Ancak güvenli miktar olarak belirlenmiş sınırı geçememektedir. Şimdiye kadar yapılan çalışmalarda plastik şişeler içindeki suların insan sağlığına zararlı etkileri olduğunu gösteren etkili bir kanıt bulunamamıştır. Cam şişe, içindeki su ile etkileşimi en az olan bir maddedir. Ancak cam şişelerin dezenfeksiyonu daha zordur. Bu nedenle bakteriyel enfeksiyona yol açmamak için dikkatli bir biçimde kullanmadan önce dezenfekte edilmelidirler.

MİDE İLACINI 5 YILDAN FAZLA KULLANMAYIN

Mide koruyucu olarak günümüzde kullanılan en etkin ilaçlar proton pompa inhibitörü (PPI) olarak adlandırılan ilaçlardır. Bu ilaçlar reflü ve gastrit tedavisinde mide asit salgısını azaltmak amacıyla kullanılır. Mide asidinin yok edilmesi midede olmaması gereken bakteriyel çoğalmaya sebep olabilir. Bu ilaçların mide kanserine neden olduğunu söylemek için daha fazla çalışmaya gerek vardır. Yine de 5 yıldan uzun süre kullanılması önerilmemektedir.

Mide kanseri tedavisi günümüzde mümkün olan bir hastalıktır. Buna rağmen teşhis konulan ve tedavi edilen mide kanserli hastaların yüzde 50'sinin tedavisi başarısız olmaktadır. Bunun en büyük nedeni ise tanının geç konmasıdır. Her kanserde olduğu gibi mide kanserinde de erken tanı ile yüksek tedavi başarısı sağlanabilmektedir. Bu yüzden özellikle 40 yaşından sonra, mide kanseri ile ilgili bulgular olmasa bile endoskopi ile mide iç yüzeyi incelenmelidir.

Bipolar bozukluk en çok ergenlikte başlıyor

"İki uçlu duygu durum bozukluğu" olarak da bilinen bipolar bozukluğun sıklıkla ergenlikte başladığını ifade eden Prof. Dr. Sermin Kesebir, hastalığın tanılanmasının genel olarak 25-26 yaş civarında olduğunu söyledi. Prof. Dr. Sermin Kesebir, mevsimsel değişikliklerin bipolar bozuklukta önemli bir gidiş belirleyici olabildiğini belirtti.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Sermin Kesebir, iki uçlu duygu durum bozukluğu olarak da anılan bipolar bozukluğun duygu durum alanına ait bir bozukluk olduğunu belirterek duyguların düzenlenemediğini, duyguların şiddetini ve hızını kontrol edememek olarak tanımlanabileceğini söyledi.

Manik dönemde coşku, depresif dönemde üzüntü var
Hastalığın manik döneminde coşku ya da sinirlilik, hareketlilikte ve düşüncelerde hızlanma, amaca yönelik aktivitede artış, uyku ihtiyacında azalma gibi belirtilerin görüldüğünü ifade eden Prof. Dr. Sermin Kesebir, "Depresyon dönemi ise bunun tam tersi diğer ucudur. Çökkün duygu durumu, üzüntü, karamsarlık, daha önce keyifle yapılan şeylerden artık zevk almama, isteksizlik, uyku ve iştahta değişiklik, cinsel istekte değişiklik, dikkat ve bilişsel alanda değişiklikler olarak sıralanabilir. Karma dönemde ise mani ucuna ve depresif uca ait belirtiler bir arada görülür" dedi.

20'li yaşlarda tanılanabiliyor
Bipolar bozukluğun sıklıkla ergenlikte başladığını ifade eden Prof. Dr. Sermin Kesebir, "Bipolar bozukluk eğer depresif dönemle başlıyorsa maniyi görene kadar onun bipolar bozukluk olduğunu bilmiyorsunuz. Dolayısıyla hastalığın tanınması 20'li yaşlara kadar kayabiliyor. Ülkemiz genelinde yapılan çalışmalarda başlangıç yaşı genel olarak 25-26 yaş civarında" dedi.

Bütüncül yaklaşım önemli
Bipolar bozukluğun biyolojik, psikolojik ve sosyal anlamda bütüncül bir yaklaşımla ele alınması gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Sermin Kesebir, "Biyolojik çünkü beyin ve beden hücresel düzeyde bir kimyasal, iki elektrofizyolojik ve uzun vadede yapısal olarak ekleniyor. Psikolojik duygu durumu düzenlemede bir güçlük var, dürtü kontrolünde bir bozukluk var. Sosyal; çünkü kişiler arası ilişkiler etkileniyor, işlevselliğiniz bozuluyor. Dolayısıyla bu bütünü gözetmeden bir tedaviden söz etmek çok da mümkün değil" dedi.

Bipolar bozukluk tanılı bir bireyin hayatında iki dönem olduğunu belirten Prof. Dr. Sermin Kesebir, "Bir hastalık dönemleri var, bir de iyilik dönemleri var. Dolayısıyla tedaviyi de hastalık dönemlerinin tedavisi ve koruyucu tedavi olarak iki ayıralım. Hastalık dönemlerinin tedavisinde bir idame sürdürüm tedavisinden bahsetmek gerekir. Bu da belirtileri ortadan kaldırdıktan sonra bir uyum süreci, kararlı hale gelme sürecidir" dedi.

Stres krizleri etkileyebiliyor
Stresörlerin bipolar bozukluğun epizotlarını başlatmakta önemli bir faktör olduğunu belirten Prof. Dr. Sermin Kesebir, "Epizotların sayısı arttıkça hastalığın daha ilerleyen yıllarında bu stresörün epizot ortaya çıkarıcı etkisi azalıyor" dedi.

İlk dönemde yaratıcılığı etkileyebiliyor
Bipolar bozukluğun bazı kişilerin yaratıcılık özelliğini ilk dönemde etkileyebileceğini belirten Prof. Dr. Sermin Kesebir, "Bir duygu durumunun şiddeti, mani ya da depresyon olsun eğer o duygunun şiddeti fazlaysa, ortaya çıkışı hızlıysa birtakım yaratıcı süreçleri uyaracağını düşünebiliriz. Sanatçı hastalığı denmesinin nedeni bu anlamda duyguların çok yoğun ve şiddetli yaşanması ve çok ani değişimlerle yaşanmasıdır. Bipolar bozuklukta yaratıcılık efektif mi, ürüne yansıyor mu? Hastalığın ilk dönemlerinde evet diyebiliriz, pek çok yazar ressam eserlerini özellikle bipolar bozukluğun depresif dönemlerinde üretmişler ama hastalık ilerledikçe bu yaratıcılıktaki efektfite azalıyor. Artık bu yaratıcılık üretken bir yaratıcılık olmaktan çıkıyor ama başarılı tedavi edilen olgularda bu durum sürebiliyor" dedi.

Mevsimsel değişiklikler gidiş belirleyici olabilir
Mevsimsel değişikliklerin bipolar bozuklukta önemli bir gidiş belirleyici olabildiğini belirten Prof. Dr. Sermin Kesebir, "Bir grup hastalar mevsimsel özellik gösterir. Bu grup bipolar hastalarının içerisinde %10 ile 30 oranında bildiriliyor. Ama bipolar bozukluğun tamamında mevsimsel gidişi görmüyoruz" dedi.

Farmakoterapi ve psikoterapi yöntemleri uygulanıyor
Bipolar bozukluğu tedavisinde çeşitli yöntemlerin başarıyla uygulandığını belirten Prof. Dr. Sermin Kesebir, "Farmakoterapi ve psikoterapi uygulamaları tedavilerin vazgeçilmezidir. Psikoterapi seçenekleri arasında bilişsel davranışçı terapi, kişiler arası ilişki terapisi, sosyal ritim terapileri bipolar bozuklukta kullanılan en gereli terapiler arasında yer almaktadır. Son yıllarda kullanımı giderek yaygınlaşan Transkraniyal Manyetik Uyarım tedavisinden bahsedilebilir. Bipolar depresyonda da etkili olduğuna dair yayınlar her gün artmaktadır. EKT de hem manik dönemin hem bipolar depresyon tedavisinin en güçlü ve en hızlı etki başlangıcına sahip tedavi seçeneği sunmaktadır" dedi.

Yılların izini silmek için: “Yağ Enjeksiyonu”

Yaşlanma etkisini azaltmak ve cilde canlılık sağlamak amacıyla, yüz bölgesinde oluşan çökme ve hacim kaybı için ideal, minör cerrahi uygulamalardan biri olan yağ enjeksiyonu, yılların izini silmek isteyenlerin tercihi oluyor.

Yaşlanma, kilo alıp verme süreçleri, doku kaybı ile giden bazı hastalıklar, stresli yaşam koşulları, beslenme bozuklukları ve çevresel faktörler kişiler üzerinde yüz ve vücut bölgesinde, ciltte sarkıklıklara, kırışıklıklara ve dokularda hacim kaybına yol açabiliyor. Sağlıklı beslenme, düzenli spor ve kişisel bakıma önem verme ile bu süreçler kişilerin genetik özelliklerine bağlı olarak yavaşlatılabiliyor. Ancak her bireyde bu mümkün olmayabiliyor.

Yaşlanmayı geciktirmek, daha genç, sağlıklı ve güzel görünmek isteyen kişiler, birçok estetik yöntemi deniyor. Her yöntemin, her yaşa ve her duruma uygun olmadığına dikkat çekilerek; uygun işlem veya estetik girişimlerin; kişilerin mevcut sağlık durumları gözetilerek, ihtiyaçları doğrultusunda profesyonelce seçilmesi gerektiği vurgulanıyor.

Otolog yağ grefti (yağ enjeksiyonu), plastik cerrahinin hem estetik alanda gençlik ve güzelliği korumak için; hem de doku kayıpları durumlarında rekonstrüktif (yeniden onarım) amacıyla sıkça kullandığı minör cerrahi uygulamalardan bir tanesi olduğunu belirten Çevre Hastanesi doktorlarından Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrah Op. Dr. Derya Bingöl, hacim kazandırmak amacıyla uygulanan yağ enjeksiyonu işleminin aynı zamanda; cildi gençleştiren ve cilde canlılık kazandıran bir çeşit kök hücre gibi davrandığına dikkat çekiyor.

Yağ hücresi kaynaklı kök hücrelerin bilimsel kaynaklara girmesiyle birlikte; kişilerin kendi vücutlarından alınarak transfer edilen yağ dokusunun artık dermal dolgu şeklinde cilt gençleştirmede yer aldığına ve estetik cerrahide sıkça kullanıldığına değindi.

Op. Dr. Derya Bingöl; "Öncelikle sağlıklı ve güzel bir cilde sahip olmak için, sağlıklı yaşama, doğru beslenmeye, düzenli spor yapmaya ve sağlıklı bir uyku düzenine özen göstermeye dikkat edilmelidir. Aynı zamanda; cildi düzenli temizlemek, doğru ve cildin ihtiyacı doğrultusunda gerekli bakımı yapmak, nemlendirmek ve güneşin zararlı etkilerinden korumak önemlidir. Yılların izleri görülmeye başladığında ise estetik cerrahi uzmanları tarafından cilt için gerekli cerrahi müdahaleler yapılabilir. Burada kişinin yaş, genetik özellikleri, sağlık durumu, sosyal yaşamı, estetik ihtiyaçları ve beklentileri gözetilerek uygun teknik seçilmelidir.

Yağ enjeksiyonu; yüz bölgesinde oluşmuş olan çökme ve hacim kaybı durumları için ideal minör cerrahi uygulamalardan biridir. Çünkü yağ hücresi bir çeşit kök hücre gibi davranır ve cildi yenileyici ve gençleştirici bileşenler içerir. Göbek, kalça ya da bacaklardan alınan yağ dokusu hazırlanarak ihtiyaca göre; yüze enjekte edilebilir ve böylece yüz gençleştirmede kullanılabilir. Kişinin kendi vücudundan alınıyor olması, tekrarlayan uygulamalar ile işlemin kalıcı olması tekniğin en önemli avantajlarıdır. Ayrıca yüzde birden fazla bölgeye dolgu ihtiyacı olan durumlarda yine tercih edilebilir.

Bu işlem tercihen ameliyathane şartlarında uygulanır. Çoğunlukla lokal anestezi ve sedasyon altında; göbek, bacak içi, kalça gibi bölgelerde fazla olan ve çıkıntıya neden olan yağ liposakşın yöntemi ile alınmaktadır. Ayrıca yüz germe ve göz kapak ameliyatı gibi diğer ameliyatlarla da kombine olarak uygulandığında estetik sonucu güzelleştirmektedir. Yağ grefti uygulamaları, sadece yüz bölgesinde değil,hacim sağlamak amacıyla, ihtiyaca göre; meme büyütmede ve kalça dikleştirmede de kullanılmaktadır" dedi.