BREAKING NEWS
latest
Ruh Sağlığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ruh Sağlığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Aralık 2020 Cumartesi

Coronavirus’ten psikolojimizi korumanın yolları

Coronavirus salgınının dünya üzerinde yarattığı kriz insanlar üzerindeki stresin yükselmesine, kaygıya (anksiyeteye) ve korkuya neden oluyor. 

Şu anda herkesin standart olmayan bir gündelik yaşam, bir ruh hali içerisinde olduğunu belirten Anadolu Sağlık Merkezi'nden Uzman Psikolog Selin Karabulut, "Hastalık kapma kaygısı, ölüm kaygısına kadar bizi götürebilecek bir kaygı. Dolayısıyla hastalık haberleri aldığımızda, yeni tanılar, yeni vakalar duyduğumuzda, sürekli internet üzerinden, televizyondan ve diğer medya araçlarından yeni haberler aldığımızda kaygımız artabiliyor. Ancak bunlarla başedilebilir" açıklamasında bulundu.

Kötü haberler alındığında, özellikle de bu bir hastalık ve veya ölüm haberi ise, alınan önlemler sebebi ile gündelik rutinimizden uzaklaşmışsak, sosyal çevremizle görüşemiyorsak, mecburen eve kapanmış ve kısıtlı imkanlarla yaşamaya devam ediyorsak, kaygı seviyesi yükselir. Kaygı yükseldiğinde uykusuzluk, kâbus görme, içe kapanma ve keyifsizlik gibi yaşanan bütün semptomların şu dönemde görüldüğünü vurgulayan Anadolu Sağlık Merkezi'nden Uzman Psikolog Selin Karabulut, "Bir sosyal izolasyon sürecindeyiz ve gündelik rutinimizden farklı bir yaşam sürüyoruz. Haliyle bedenimiz de buna tepki verebiliyor. İştahımız olmayabiliyor ya da daha fazla yemek yeme ihtiyacında bulunabiliyoruz. Keyifsizlik artabiliyor, endişelerimiz arttığı için de daha şüpheci olabiliyoruz. Örneğin, 'Acaba annemi ziyarete gitmesem mi, çocuğum hastalanır mı, hastalanırsa ne yaparım' gibi konularla zihnimiz çok fazla meşgul olmaya başladı. Bu da bizim aslında hem bağışıklık sistemimizi hem de zihinsel kapasitemizi ve ruh sağlığımızın normal dengesini bozmaya başlıyor" dedi.

Şüpheci ve suçlayıcı olunmamalı

Yaşanan krizle birlikte daha şüpheci ve insanları suçlama eğiliminde olmaya başlanabildiğini söyleyen Uzman Psikolog Selin Karabulut, "Aldığımız haberler karşısında daha fazla şüpheci olup 'Bizden saklıyorlar, söylemiyorlar, hastalık bulaştı ama bu testler yanlış' gibi şüpheci davranışlar sergileyebiliriz. Bunun dışında etrafımızda enfekte olan, hastalanan ve hastalanma şüphesi olan kişilere karşı suçlayıcı tavır, davranış ya da düşüncelerde bulunabiliriz. Bunlar krizin bizde yarattığı etkilerden birkaçıdır" şeklinde konuştu.

Geçmişte yaşanan psikolojik durumlar bu süreçte tetiklenebilir

Coronavirus'ün bu sosyal izolasyon süreci ve hastalık haberlerinin, geçmişte yaşanan psikolojik durumları ya da klinik tanıları tetikleyebileceğine dikkat çeken Selin Karabulut, "Örneğin ben anksiyete bozukluğu yaşamışsam ve bir süredir bunu yaşamıyorsam, salgın haberlerine bağlı olarak tekrar bu sorunları yaşayabilirim, psikolojik sorunlar tetiklenebilir. Bunun dışında evde sevdiklerinden uzak, yalnız başına kalmak, yeterince sosyalleşememek, yeterince uyuyamamak özelikle stresi ve stresin reaksiyonlarını arttıracağından anksiyete bozukluğu, panik atak, depresyon gibi birçok rahatsızlıkla karşı karşıya kalmak mümkün" açıklamasında bulundu.

Kaygıyı önlemenin en önemli unsuru önlem almak

Kaygıyı önlemek için ilk başta yapılması gereken şeyin önlem almak olduğunu söyleyen Uzman Psikolog Selin Karabulut, "Hem kendimiz hem sevdiklerimiz için ilk önce bize doğru kaynaklardan gelen önlemleri almak düşüyor. Bunun dışında eğer evdeysek, çalışmak zorunda değilsek evde yapabileceğimiz şeyler var. Günlük rutinimizi mümkün olduğunca bozmadan devam ettirmeliyiz. Yani iyi beslenmek, iyi uyumak, sevdiklerimizle yüz yüze görüşemiyorsak telefonlaşmak, mesajlaşmak, görüntülü konuşmak önemli. Evde birlikte etkinlikler yapıp birlikte vakit geçirebiliriz. Evde olmanın avantajlarından yararlanıp nicedir aklımızda olan ev işlerini yapabiliriz. Ayrıca kendi başımıza yapabileceğimiz müzik dinlemek, meditasyon yapmak, cilt bakımı yapmak, dans etmek, egzersiz yapmak, yemek yapmak, müzikal bir enstrümanla uğraşmak gibi sayısız şey var. Kaygılarımızla ilgili duygu ve düşüncelerimizi birbirimizle paylaşmak bu noktada iyi gelecektir. Korkularımız olabilir. Özellikle çocukların bu noktada kaygı ve korkuları yüksek olabilir. Doğru edindiğimiz bilgileri paylaşmak, yanlışları düzeltmek, doğru bilgileri teyit etmek ve farkındalığımızı arttırmak iyi gelecektir" dedi.

Zamanı verimli kullanmak iyi hissettirir

Bu küresel krizin ancak birlikte aşılabileceğine dikkat çeken Selin Karabulut, "Bunun dışında kendimiz iyi durumdaysak bizden daha zor durumda olan kişilere destek olmak, yardım etmek, onlar için korunarak örneğin gidip ekmek almak, halini hatırını sormak, yani işe yaramak da bize iyi gelecektir. Bunun dışında çocuklarımızın evde kaliteli vakit geçirmesine yardımcı olmak yine bizim için şifa olacaktır. Çünkü evde yapacak bir şeyiniz olmadığında ya da dışarı çıkmadığınızda zaman da geçmiyor. Zamanı verimli kullanmak bu noktada iyi gelecektir" şeklinde konuştu.

Toplu taşıma araçlarında tedirgin olabiliyoruz

Hala işe gitmek zorunda olanların toplu taşıma araçlarını kullanmak zorunda kalabildiklerini belirten Karabulut, "Toplu taşıma araçlarında daha ürkek, daha korkak ve daha tedirgin olabiliyoruz. İnsanlara yaklaşmaktan ve onlarla konuşmaktan çekiniyoruz. Hem alacağımız/aldığımız önlemler gereği hem de kaygı yüzünden davranışlarımızı abartabiliyoruz. Bu noktada sakin ve sükunetli davranmaya çalışmak gerekir" dedi.

Covid-19’a Karşı Duygusal-Ruhsal Zindeliği Artırmanın 9 Yolu

Uzmanlar, koronavirüs Covid-19 ile mücadelede hijyen ve sosyal izolasyon kadar bireylerin duygusal-ruhsal zindeliğinin de çok önemli olduğunu belirtiyor.

Dünya genelinde etkisini gösteren Covid-19 salgınının Türkiye'de de etkisini göstermesiyle tüm toplumun kaygı seviyesi yükseldi. Bireyler, salgının olası etkilerine karşı hem kendilerinin hem de sevdiklerinin hayatını önemseyerek uzmanlara kulak veriyor. Yükselmiş, sürekli devam eden kaygı seviyesi, duygusal ve ruhsal zindelik için iyi olmayacağı gibi bağışıklık sistemini de olumsuz etkileyebiliyor. Covid-19 salgını ile ilgili bilinmeyen ve kontrol edilemeyen durumlar kişileri daha da kaygılandırıyor.

SiZe Bütünsel Yaklaşım Kurucu Ortağı Sibel Yücesan, kaygıları azaltmak için yapılması gerekenin kontrol edilebilecek olguların farkında olmak ve bunlarla ilgili eylemlerde bulunmak olduğunun altını çiziyor. Sibel Yücesan, Covid-19 pandemisine karşı duygusal-ruhsal zindeliği artırmak için önerdiği 9 maddeyi şöyle sıralıyor:

1. Endişeliyim, öfkeliyim, üzüntülüyüm diye kendimizi suçlamayalım.

Tüm bu duyguları hissetmemiz hayatımızın tam da merkezinin bir parçası. Bu tür duygularımızı tamamen kontrol etmeye çalışmak yerine, tüm bunları duymanın normal olduğunu hatırlayalım. Duygularımızdan kaçmak değil, durup yüzleşmek ve bize verdikleri mesajları dinlemek önemli. Duygularımızı dışarı sağlıklı bir biçimde dökmenin farklı yollarından yararlanabiliriz. Mesela, her gün 6 dakika veya 3 sayfa duygularımız hakkında içimizden geldiği gibi yazı yazalım. Günlük tutmak, duyguları düşünceleri not etmek terapatik etki yapar.Sanat ile müzik ile ifade etmek de bir yöntem olabilir. Kısaca onların bir şekilde akmasına izin verelim.

2. Ne izlediğimiz, ne dinlediğimiz, ne paylaştığımız konusunda seçici olalım.

Sürekli haber kanallarında gezinmek, sosyal medya paylaşımlarında kaybolmak ve kaygı seviyemizi artırmak immün sistemimize olumsuz yansıyacaktır. Hiçbir şey izlememek de bizi bilgiden mahrum kılacağından, günde bir iki kez güvenilir kaynaklara başvurmak ve oralardan doğru bilgileri takip etmek izleyeceğimiz bir yöntem olabilir. Doğruluğundan emin olmadığımız haberleri de paylaşmamak dahi, bizi topluma faydalı bir hareket yapmamızdan dolayı iyi hissettirir. Seçimlerimize dikkat edelim, kendimizi kaptırmayalım, bize iyilik yaratan, olumlu, pozitif alternatifleri seçelim. Bize sunulan değil, bizim seçtiklerimiz hayatımızda yer alsın.

3. Sakinleşme teknikleri kullanalım: Meditasyon ve minfulness pratikleri öğrenelim ve uygulayalım.

2020 hızlı bir başlangıç yaptı, endişelendiğimiz ve kaygı düzeyimizin yükseldiğini farkettiğimiz zamanlarda zihinsel molalar alalım. Zihin olumsuz düşüncelere çok kolay saplanır. Felaketleştirme senaryolarımızı fark edelim. Ve böyle anlarda sakin bir köşeye çekilip, basit nefes ve mindfulness teknikleri uygulayabiliriz. Basit diyorum çünkü bu tip bilim temelli nefes ve mindfulness tekniklerini öğrenebileceğimiz pek çok eğitim, kitap ve app'ler var. Çok uzun zaman ayırmamıza gerek yok. Her sabah her akşam ve aralarda ihtiyaç duydukça 10 dakika ayırmamız dahi yeterli olabiliyor. Bunlarla bir başlangıç yapabilir ve zihinsel duygusal zindelik için bu teknikleri hayatımıza katabiliriz. Bunlar dışında hiçbir şey yapmadan gözümüzü kapatmak, nefesimize odaklanmak, en zor ve olumsuz anda bile bizi yatıştıracaktır.

4. Her gün bize iyi geleceğini düşündüğümüz bir kaç aktivite planlayalım.

Kitap okumak, olabiliyorsa açık havada yürüyüş, meditasyon, kısa uykular, şarkı söylemek, resim çizmek, yapboz, mandala, duş almak, ilgimizi çeken konularda online eğitimler almak. Kısa da olsa bu tür aktiviteleri hayatımıza katalım. Sosyal mesafelendirme hayatımıza girdi bu uzun sürerse bize iyi gelmeyecektir. Bu açıdan muhakkak sevdiğimiz insanlarla telefon konuşmaları yapmak, haberleşmek, olumlu şeylerden bahsetmek ruhsal zindeliğimiz için önemli olacaktır.

5. Aklımızdan günde on binlerce düşünce geçmesi son derece normal bir akış.

Zor zamanlarda genelde bir ya da bir kaç düşünceye saplanır kalırız. Hep aynı düşünce yapısı çevresinde döner dururuz, bu da tabi ki bizde olumsuz duyguları tetikler.Veya tam tersi,duyguların yarattığı olumsuz düşüncelerin çevresinde dolanırız. Böyle zamanlarda aklımızdan çıkmayan düşünceleri tek tek ele alıp aşağıdaki soruları sormak çok yardımcı olacaktır:

Bu düşünce doğru mu?

Bu düşüncenin kesinlikle doğru olduğunu nerden biliyorum?

Bu düşünceye inandığım zaman nasıl tepki veriyorum, bende neler oluyor?

Bu düşünce olmadan ben nasıl biri olurdum? Hayatımda neler olurdu?

Bu düşüncenin yerine hangi olumlu düşünceyi koyabilirim?

6. Sağlıklı sınırlar geliştirelim.

Her işi üstlenmek, her şeye evet demek bizi gereğinden fazla yorabilir. Sağlıklı sınırlar insanlarla olduğu kadar, teknolojiyle, dijital dünya ve kendimizle olabilir. Mesela yatak odamızdan cep telefonunu çıkartmak gibi. Okuduğumuz her olumsuz haber, stres hormonunu tetikleyecek ve sonuçta uyku dahil düzenimizi bozacaktır. Daha çok evde geçireceğimiz zamanlar olacak, bu zamanlarda kendimize ait alanlarımızı koruyalım sevdiğimiz şeyleri yapalım, aile fertleriyle sürekli bir arada ve iletişimde olmak güzel gibi dursa da, duygusal zorlanmalar yaşayabiliriz bunları fark edip park edelim ve kendimize sessiz alanlar sağlayalım.

7. Şükür en güzel ruhsal ilaç.

Şükür listesi yapalım. Akşam yatarken o güne ve genel olarak hayatınıza odaklanarak şükür edecek en az üç tane maddeyi bir deftere ya da kağıda yazarak günü kapatalım. Bu listeyi sabah kalktığınızda da okuyup güne bu motivasyonla başlayabilirsiniz. Ruhumuza iyi gelenleri hayatımıza ekleyelim mesela dua etmek gibi.

8. Hayatın komik taraflarını görmeye gayret edelim.

Hayatın uzun vadede sunacağı esprileri, eğlence alanlarını anımsamak, çevremizdeki olaylara, kişilere biraz mizah penceresinden bakmak da psikolojik iyi olma halimizi destekler.

9. Başkası için güzel bir şey yapalım.

Başkası için güzel bir şey yapalım. Ne zaman davranışlarımız olumlu olursa, duygularımız da olumlu oluyor. Birine iyilik yapmak, anında o kişinin yüzünde gördüğümüz gülümseme, içten bir bakış ile bizde mutluluk hissi yaratıyor. Başkası için güzel bir şey yapmamıza engel olacak hiç bir şey yok. Bir bardak su getirmek de olabilir, bir teşekkür maili atmak da, telefon edip hayatınızdaki anlamını paylaşmak da olabilir. Olasılıklarımız düşündüğümüzden çok olabilir.

Dalgaları durduramayız ama sörf yapmayı öğrenebiliriz. Hiçbir şey sonsuza kadar kalıcı değil, en büyük dertler bile. Kendimize yapacağımız en büyük iyilik, dengeye gelebileceğimizi hatırlatmak ve bunun için çok sayıda kaynağımız olduğunu unutmamak.

Ağlamanın inanılmaz faydaları

Ağlamanın zayıflık göstergesi olduğunu düşünüyorsanız bu haberi mutlaka okumalısınız.

Çünkü ağlamanın aşırı uçlarda yaşadığımız hisleri yatıştırmak için hormon seviyesini düzenlemek gibi bir fonksiyonu vardır.

Size ağlamayın demeyeceğim; çünkü her gözyaşı şerden akmaz. diyordu Gandalf, J.R.R. Tolkien'in unutulmaz eseri Yüzüklerin Efendisi'nde...

Sizin de özellikle stres altındayken içinizden kendinizi bir odaya kapayıp ağlayarak içinizi boşaltmak gelir mi? Bazı zamanlar ağladığınızda kendinizi daha iyi hissettiğiniz oluyormu?

Cevabınız 'evet' ise, yalnız değilsiniz! Size Dr. Leslie Beth'in ağzından bu durumun nedenleri aktarmak istedik:

Çoğumuz şöyle güzel bir ağladıktan sonra kendimizi daha iyi hissederiz. Bu rahatlama duygusu hayali sayılmaz. Sağlam bir ağlama nöbeti duygusal yükümüzü içimizden atmamıza yardımcı olduğu gibi, bütün vücudunuzu da rahatlatabilir ve sakinleştirebilir.

Çeşitli gözyaşı çeşitleri vardır. Hepimiz duman, soğan, sis ve polenler gibi çevresel faktörler nedeniyle tepkisel gözyaşları dökmüşüzdür. Eğer dökmeseydik, gözümüz kuru ve aşırı hassas olacaktı. Bu tür gözyaşları refleks olarak oluşur ve gözümüzü oluşabilecek herhangi bir dışsal tehlikeye karşı korumaya yarar.

Duygusal gözyaşlarımızın da vücudun kendi içinde oluşan bazı toksinlere karşı korumasına yaraması ise şaşırtıcı değildir. Soğan gibi dışsal faktörlere tepkisel olarak oluşan gözyaşlarının biyokimyasal bileşimi, duygusal gözyaşlarınınkinden farklıdır.

Duygusal bir deneyimden sonra ağladığımızda, gözyaşlarımızda biriken ve stresin neden olduğu proteinler çok daha yoğundurlar. Hatta William H. Frey, Muriel Langseth gibi kabul görmüş araştırmacılar, 1985'te yayımlanan "Ağlamak: Gözyaşlarının Gizemi –Crying: The Mystery of Tears" adlı kitaplarında gözyaşının önemi hakkında yazmışlardır.

Başka bir deyişle vücudumuzun duygusal ya da fiziksel durumuna göre zehirli olabilecek hormonlardan kurtulması için ağlarız ve ağlama ihtiyacı duyarız. Aşırı stres hormonları bağışıklık, kilo alma ve psikolojik moda etki eder. Ağlamak ise sadece parasempatetik sinir sistemimizin, sempatetik sinir sisteminin acıya, kaçışa, kavgaya, krizlere hatta yoğun bir sevince verdiği tepkiyi yönetmesinin etkisini azaltmakta kullandığı metotlardan biridir.

Yani iyi bir ağlama nöbetinin, iyi haberlerle rahatladığımızda, aşırı bir şekilde sevindiğimizde, yas tuttuğumuzda veya korkutucu bir olaydan sonraki hislerimiz için en iyi (ve yutması en kolay) ilaç olduğunu söyleyebiliriz.

Tedbir olsun diye de söylemek gerek: Uzun süreli ve tekrarlanan ağlama hali, ciddi depresyon nedeniyle doktorun reçeteli olarak verdiği antidepresan ilaçların beyindeki kimyasal yapıyı değiştirmesiyle alakalı olabilir.

Ama genel olarak; gelecek sefer ağlamak istediğinizde, kendinizi ağlamaya bırakın gitsin. Unutmayın, ağlamak bir zayıflık göstergesi değildir.

Bipolar bozukluk en çok ergenlikte başlıyor

"İki uçlu duygu durum bozukluğu" olarak da bilinen bipolar bozukluğun sıklıkla ergenlikte başladığını ifade eden Prof. Dr. Sermin Kesebir, hastalığın tanılanmasının genel olarak 25-26 yaş civarında olduğunu söyledi. Prof. Dr. Sermin Kesebir, mevsimsel değişikliklerin bipolar bozuklukta önemli bir gidiş belirleyici olabildiğini belirtti.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Sermin Kesebir, iki uçlu duygu durum bozukluğu olarak da anılan bipolar bozukluğun duygu durum alanına ait bir bozukluk olduğunu belirterek duyguların düzenlenemediğini, duyguların şiddetini ve hızını kontrol edememek olarak tanımlanabileceğini söyledi.

Manik dönemde coşku, depresif dönemde üzüntü var
Hastalığın manik döneminde coşku ya da sinirlilik, hareketlilikte ve düşüncelerde hızlanma, amaca yönelik aktivitede artış, uyku ihtiyacında azalma gibi belirtilerin görüldüğünü ifade eden Prof. Dr. Sermin Kesebir, "Depresyon dönemi ise bunun tam tersi diğer ucudur. Çökkün duygu durumu, üzüntü, karamsarlık, daha önce keyifle yapılan şeylerden artık zevk almama, isteksizlik, uyku ve iştahta değişiklik, cinsel istekte değişiklik, dikkat ve bilişsel alanda değişiklikler olarak sıralanabilir. Karma dönemde ise mani ucuna ve depresif uca ait belirtiler bir arada görülür" dedi.

20'li yaşlarda tanılanabiliyor
Bipolar bozukluğun sıklıkla ergenlikte başladığını ifade eden Prof. Dr. Sermin Kesebir, "Bipolar bozukluk eğer depresif dönemle başlıyorsa maniyi görene kadar onun bipolar bozukluk olduğunu bilmiyorsunuz. Dolayısıyla hastalığın tanınması 20'li yaşlara kadar kayabiliyor. Ülkemiz genelinde yapılan çalışmalarda başlangıç yaşı genel olarak 25-26 yaş civarında" dedi.

Bütüncül yaklaşım önemli
Bipolar bozukluğun biyolojik, psikolojik ve sosyal anlamda bütüncül bir yaklaşımla ele alınması gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Sermin Kesebir, "Biyolojik çünkü beyin ve beden hücresel düzeyde bir kimyasal, iki elektrofizyolojik ve uzun vadede yapısal olarak ekleniyor. Psikolojik duygu durumu düzenlemede bir güçlük var, dürtü kontrolünde bir bozukluk var. Sosyal; çünkü kişiler arası ilişkiler etkileniyor, işlevselliğiniz bozuluyor. Dolayısıyla bu bütünü gözetmeden bir tedaviden söz etmek çok da mümkün değil" dedi.

Bipolar bozukluk tanılı bir bireyin hayatında iki dönem olduğunu belirten Prof. Dr. Sermin Kesebir, "Bir hastalık dönemleri var, bir de iyilik dönemleri var. Dolayısıyla tedaviyi de hastalık dönemlerinin tedavisi ve koruyucu tedavi olarak iki ayıralım. Hastalık dönemlerinin tedavisinde bir idame sürdürüm tedavisinden bahsetmek gerekir. Bu da belirtileri ortadan kaldırdıktan sonra bir uyum süreci, kararlı hale gelme sürecidir" dedi.

Stres krizleri etkileyebiliyor
Stresörlerin bipolar bozukluğun epizotlarını başlatmakta önemli bir faktör olduğunu belirten Prof. Dr. Sermin Kesebir, "Epizotların sayısı arttıkça hastalığın daha ilerleyen yıllarında bu stresörün epizot ortaya çıkarıcı etkisi azalıyor" dedi.

İlk dönemde yaratıcılığı etkileyebiliyor
Bipolar bozukluğun bazı kişilerin yaratıcılık özelliğini ilk dönemde etkileyebileceğini belirten Prof. Dr. Sermin Kesebir, "Bir duygu durumunun şiddeti, mani ya da depresyon olsun eğer o duygunun şiddeti fazlaysa, ortaya çıkışı hızlıysa birtakım yaratıcı süreçleri uyaracağını düşünebiliriz. Sanatçı hastalığı denmesinin nedeni bu anlamda duyguların çok yoğun ve şiddetli yaşanması ve çok ani değişimlerle yaşanmasıdır. Bipolar bozuklukta yaratıcılık efektif mi, ürüne yansıyor mu? Hastalığın ilk dönemlerinde evet diyebiliriz, pek çok yazar ressam eserlerini özellikle bipolar bozukluğun depresif dönemlerinde üretmişler ama hastalık ilerledikçe bu yaratıcılıktaki efektfite azalıyor. Artık bu yaratıcılık üretken bir yaratıcılık olmaktan çıkıyor ama başarılı tedavi edilen olgularda bu durum sürebiliyor" dedi.

Mevsimsel değişiklikler gidiş belirleyici olabilir
Mevsimsel değişikliklerin bipolar bozuklukta önemli bir gidiş belirleyici olabildiğini belirten Prof. Dr. Sermin Kesebir, "Bir grup hastalar mevsimsel özellik gösterir. Bu grup bipolar hastalarının içerisinde %10 ile 30 oranında bildiriliyor. Ama bipolar bozukluğun tamamında mevsimsel gidişi görmüyoruz" dedi.

Farmakoterapi ve psikoterapi yöntemleri uygulanıyor
Bipolar bozukluğu tedavisinde çeşitli yöntemlerin başarıyla uygulandığını belirten Prof. Dr. Sermin Kesebir, "Farmakoterapi ve psikoterapi uygulamaları tedavilerin vazgeçilmezidir. Psikoterapi seçenekleri arasında bilişsel davranışçı terapi, kişiler arası ilişki terapisi, sosyal ritim terapileri bipolar bozuklukta kullanılan en gereli terapiler arasında yer almaktadır. Son yıllarda kullanımı giderek yaygınlaşan Transkraniyal Manyetik Uyarım tedavisinden bahsedilebilir. Bipolar depresyonda da etkili olduğuna dair yayınlar her gün artmaktadır. EKT de hem manik dönemin hem bipolar depresyon tedavisinin en güçlü ve en hızlı etki başlangıcına sahip tedavi seçeneği sunmaktadır" dedi.

27 Kasım 2018 Salı

Sosyal medya psikolojinizi bozuyor

Depresyon çağın en büyük sağlık sorunlarından biri haline geldi. Bahçeşehir Üniversite Hastanesi Medical Park Göztepe Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Selma Bozkurt, "Her yıl dünyada 1 milyondan fazla kişi intihar ederek yaşamına son veriyor. Sosyal medyadaki abartılı hayatlar gençleri tehdit ediyor. Türkiye'de özellikle kadına yüklenen geleneksel ev kadını ve anne rolü de depresyona sokabiliyor" dedi.

Sağlık Bakanlığı istatistiklerine göre, Türkiye'de yılda yaklaşık olarak 9 milyon kişi ruh ve sinir hastalıkları nedeniyle doktora başvuruyor. Gerek bu başvurular gerekse antidepresan kullanımı her yıl gittikçe artıyor. Son 5 yılda antidepresan kullanımı bile yüzde 27 arttı.
Bahçeşehir Üniversite Hastanesi Medical Park Göztepe Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Selma Bozkurt, 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü'nde depresyonla ilgili çarpıcı gerçekleri gözler önüne serdi.

'EVDE OTUR ÇOCUK BAK' ALGISI HASTA EDİYOR

Depresyon, yüzde 10 görülme oranıyla halen toplumdaki en yaygın hastalıklar arasında yer alıyor. Erkeklerde yaşam boyu hastalanma riski yüzde 10 (her 10 erkekten biri), kadınlarda ise yüzde 20-25 (her 4-5 kadından biri). Tüm toplumlarda depresyon kadınlarda, erkeklere göre iki kat daha sık görüyor. Kadınlarda 18-44 yaşları arasında, özellikle de 25 yaştan sonra daha fazla. Türkiye'de var olan ataerkil zihniyet, kadına, kendisinin de içselleştirdiği son derece geleneksel bir evlilik modelini dayatıyor. Bu ataerkil bakış, kadını geleneksel ev işleri ve çocuk bakımıyla tanımlıyor.

Küçük yaşta evlilik ve gebelik, düşük eğitim düzeyi, eşin işsiz olması ve kadının bir işte çalışmıyor olması, çocuk sayısının fazlalığı, evlilikte uyumsuzluk, şiddete maruz kalma ve toplumsal annelik rollerine ilişkin yetersizlik duygusu kadınları depresyona yatkın hale getiriyor. Erken ebeveyn kaybı, madde ve alkol kullanımı, anksiyete bozuklukları, düşük sosyoekonomik düzey, boşanmış olma, işsizlik, daha önce depresyon geçirmek, yakın zamanda önemli yaşam olayları, stres etkenleri, kişilik yapısı, çocukluk döneminde cinsel veya fiziksel açıdan kötü davranışa maruz kalmak, bazı ilaçlar, tıbbi hastalıklar, hormonal değişiklikler depresyon riskini artıran başlıca faktörlerdir.

DURGUNLUK TEK BELİRTİ DEĞİL…

Dünyada son 45 yılda intihar nedeniyle ölümler yüzde 60 arttı. Her yıl 1 milyondan fazla kişi intihar ederek ölüyor. İntihar edenlerin 70'inde depresyon olduğu biliniyor. Depresyon hastalarının yüzde 15'i yaşamına son veriyor. Bu rakamlar depresyonun ciddi ve tedavi edilmesi gereken bir sağlık sorunu olduğunun en önemli kanıtı. Depresyon kişinin duygusal, bilişsel (düşünsel), davranışsal ve bedensel alanlarını etkiliyor. Hastanın aile içi ve diğer sosyal yaşantısına da olumsuz yansıyor. Sosyal becerileri azalıyor. Kişiler arası ilişkileri aksıyor. Psikolojik alanda kişisel doyum, özgüvenle performans gösterme becerisi, özgüven duygusu, girişkenlik de azalıyor.

Davranış alanında yavaşlama, içe kapanıklık, durgunluk ortaya çıkıyor. Bu duruma bazen de gereksiz telaşlanma, huzursuzluk krizleri ekleniyor. Ayrıca depresyon kişinin zihinsel faaliyetlerini etkileyerek dikkatini, belleğini, öğrenme yetilerini olumsuz etkiliyor. Böylece zihinsel sorun yaşayanlar mesleki yaşamında başarılı olamıyor, performans kaybı yaşayabiliyor. Majör depresyon (depresyonun en ağır türü) kişinin genel sağlık durumunun bozulmasına neden oluyor. Çünkü diğer kronik hastalıkların (kalp hastalığı, hipertansiyon, diyabet, nörolojik hastalıklar gibi) seyrini ve tedaviye yanıtını da olumsuz yönde etkiliyor.

MUTLULUK POZLARI VE ZENGİNLİK BAŞ DÖNDÜRÜYOR

Sosyal medyada sıkça mutluluk pozlarıyla dolu paylaşımlar, her anında mutlu, neşeli ve tasasız kişileri görüyoruz. Bu durumun çok normal bir hal olduğu, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde kitlelere empoze edilmeye çalışıyor. Özellikle gençler şık mekânlar, güzel yemekler, zayıf, bir manken kadar çekici, zengin ve her daim mutlu gözüken insanlardan, beğeni toplayan etkinliklerden, elit tabakanın katıldığı partilerden oluşan fotoğraflara, paylaşımlara bakıp kendi yaşantısını kıyaslayabiliyor. Kendi yaşantısının bu dünya ile hiçbir benzerliğinin olmadığını görerek mutsuzluğa kapılıyor. Bunun sonucunda yetersizlik, değersizlik düşünceleri, hayattan zevk alamama, enerji kaybı, sosyal içe çekilme, karamsarlık, alınganlık, dikkatte azalma ve odaklanma güçlüğü gibi depresif belirtilerin ortaya çıkması kolaylaşıyor.

Toplumsal olaylar ve zayıf olma, güzellik gibi değişen moda akımları psikososyal bir etken olarak özellikle ergen (adolesan) ve genç erişkin kadınlarda depresyonu tetikleyebiliyor. İlerleyen yaşlarda ise fiziksel rahatsızlıklara bağlı cinsiyete özgü ve kadınlığı temsil eden organ kayıpları (meme kanseri tedavisine bağlı saç, meme kaybı) depresyon için ayrıca tetikleyici olabiliyor.

ANTİDEPRESANLA İLGİLİ YANLIŞ DÜŞÜNCELER VAR

Depresyon mutlaka tedavi edilmesi gereken önemli bir hastalık. Depresyon sebebiyle hastaneye başvurular 40-60 yaşları arasında daha fazla görülüyor. Depresyon hastalarının önemli bir bölümü ise tedaviye gitmiyor. En gelişmiş ülkelerde bile depresyon nedeniyle tıbbi yardım alma oranı yüzde 100 değil. Ülkemizde ise bu oranın yüzde 20-30'lar civarında olduğu tahmin ediliyor.

Toplumumuzda antidepresanların bağımlılık yaptığına ya da uyuşturduğuna dair inanışlar ve internet veya sosyal ortamlardan yanlış bilgilenme de sık gözlemlediğimiz bir durum. Bilimsel dayanağı olmayan bu açıklamalardan etkilenen ve gerçekten antidepresan kullanması gereken, ağır depresyonu olan hastaların bazen çekindiğini, psikiyatriste başvurmaktan kaçındığını ve depresyonu gidermek için alkol-madde kullanma gibi yollara başvurduklarını görebiliyoruz.

22 Ekim 2017 Pazar

Estetik Psikolojiyi de Etkiliyor

Dış görünüşünden memnun olan kişi çoğu zaman kendisi ile barışık, iş hayatında ve sosyal ilişkilerinde daha başarılı, aşk ve evlilik hayatında daha kolay mutlu oluyor. 

Kişinin kendini aynada güzel ve alımlı görmesi özgüveninin artmasına ve insanlarla daha çabuk iletişim kurmasına olanak sağlar. Burnunun yüzüne hiç yakışmadığını, hamilelikten sonra karnının eskisi gibi dümdüz olmadığını ya da yüzünün elastikiyetini kaybedip sarktığını görüp dış görünüşünün kötü olduğunu düşünenler ise çevreleriyle olan ilişkilerinde tutuk ve uyumsuz davranabilirler. Bazı kişilerde bu kusur öyle bir takıntı haline gelir ki, bireyin iş ve sosyal hayatını tam bir kabusa çevirebilir...

Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Erol Kışlaoğlu, estetik sorunların zamanla kişide telafisi zor ruhsal sorunlara yol açtığını belirterek bazı estetik rahatsızlıkların kısa ve küçük operasyonlarla düzeltilerek, kişide ki özgüveni artırdığını kendine güvenen bireyler haline getirdiğini açıkladı...

Prof. Dr. Erol Kışlaoğlu "Bireyin kendini gerçekten mutsuz hissettiği bir kusuru var ise özgüvenin yeniden kazanması açısından cerrahi operasyon yoluna gidilebilmektedir... Var olan kusur tıbbi açıdan bir sorun teşkil etmiyor ise estetik operasyonun gerekliliğine hastanın kendisi karar vermelidir. Bu hastanın beden sağlığından çok ruh sağlığı için yaptıracağı bir operasyondur" diye açıkladı.

Bedene Gereken Önem Verilmeli…

Kışlaoğlu, yüzyıllardan bu güne süregelen güzelliğin öncelikle kadınlar olmak üzere her bireyin vazgeçemeyeceği unsurlar arasında yer aldığını belirterek şunları söyledi; “Son dönemde estetik cerrahide ki gelişmeler ve estetik operasyonların uygulanma aşamalarındaki başarı birçok kişiyi estetik operasyonlara yönlendirdi. Operasyon başvurusu ile gelen birçok kişi görüntüsünde memnun olmadığı yanları açıklayarak cerrahi açıdan bizden yardım istiyor. Kişinin estetik işlem sonrası kliniğimizden ayrılırken gözlerindeki memnuniyeti görmek dolaylı da olsa hastamıza sunduğumuz psikolojik desteği de yanına alıyor” diye konuştu.

Sınırı İyi Çizilmeli…

Kadın güzelliğinin ve bakımının oldukça önemli olduğu modern hayatta, estetik operasyonlar birçok kişinin imdadına yetişiyor. Ancak uygulanacak estetik işlemlerin belirli bir sınır çerçevesinde ve uzman görüşü alınarak uygulanması gereklidir.

Prof. Dr. Erol Kışlaoğlu, aslında kişide olmayan; ama kişinin kendisinin vücudunun bir bölümünün anormal algılanması ya da çok küçük bir şeyin abartılarak düşünülmesine ‘ vücut dismorfofobik bozukluğu’ dendiğini kaydederek şu önemli açıklamalarda bulundu. “ Vücudunda hiçbir estetik sorun olmadığı halde kapımızı çalan yüzlerce hasta ile karşılaşıyoruz. Kişi hiç bir eksiği olmamasına karşın kendi bedenini yanlış algılaması sonucu, sürekli kusurlu gördüğü bölgeyi gizliyor yada bu bölgeyle ilgili kendini özgüvensiz ve eksik hissediyor. Örneğin göğüslerinin iriliğinden şikayet eden bir hasta vücut yapısına göre ölçülerinin nasıl olacağını bilemediği için kendini çok daha kötü ve orantısız görebiliyor. Bu aşamada biz doktorlara düşen görev hastaya, gerekli oran ve açıklamalarla bu durumu anlatmak ve doğru ne ise ona göre karar almak, eğer gerçekten kişide estetik operasyona ihtiyaç yoksa bunu açıklayarak psikolojik olarak onu rahatlatmaktır. Eğer Hasta iri göğüsün beline ve bedenine verdiği sağlık sorunları ile bize başvurmuş ise gerekli müdahale yapılarak hasta sağlığına kavuşturulur” dedi.

Sadece takıntı oluştuğu için yüzüne estetik yaptıranların işin yüzde 2-3`ünü içerdiğini belirten Kışlaoğlu “Bunlar kişinin yüzüyle ilgili olan, burun görüntüsü, kulak için yapılan, çene üzerinde çene ve ağız civarı kırışıklıkları gibi, yüz gerdirme ve yüzdeki bazı ameliyatlardır. Bazen nefes alma güçlüğü çeken kişilere yapılan burun ameliyatlarında dışı düzeltmeden içeride yapılan düzeltmeden sonuç alınmaz. Mecburen dış yapıyı da düzeltmek gerekir. Bu da kozmetik olarak düşünülmemeli” ifadesinde bulundu.

31 Ocak 2016 Pazar

Asabiyetin şaşırtıcı nedenleri

Bazen neden bu kadar sinirli ve gergin olduğunuzu anlamıyor musunuz?

Bazı sabahlar farkında olmadan sinirli bir şekilde uyandığınız oluyor mu? Özel Avusturya Sen Jorj Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr.Meral Kayahan, asabiyetin doğal sebeplerini yazdı.

Herkes zaman zaman aksileşebilir ama arkadaşlarınız veya aileniz sürekli bu halinizden şikayet ediyorsa durumunuzu gözden geçirmenin zamanı gelmiş olabilir. Peki fevri tavırlarınızın en yaygın nedenlerini öğrenmek ister misiniz?

Kafein

Kafein; kahve, çay, çikolata gibi yiyeceklerin içinde bulunan ve vücutta bağımlılık yaratan bir maddedir. Ayrıca uyku gideren ve enerji verici iki etkisi daha vardır. Bir çay fincanı kahvede yaklaşık 100 mg, aynı miktar çayda ise 70 mg, bir kutu kolada 50 mg, 100 gr sütlü çikolatada 20 mg kafein bulunur. Kafeinin normal miktarı kişiye göre değişir. Kafeine karşı duyarlılık, tüketim sıklığı düzenli olarak alınan miktar vücut ağırlığı fiziksel koşullar gibi birçok etkene bağlıdır. Pek çok çalışma, yetişkinler için güvenli olarak tüketilebilecek kafein miktarını günde 300 mg (yaklaşık 3-4 fincan kahve ya da 5-6 büyük çay bardağıdır) olarak tavsiye eder. Kafeinin en önemli yan etkisi uykusuzluktur. Etkisini kişinin uyumamasına değil de derin uyumasına mani olarak gösterir. Stres hormonlarının yükselmesine neden olur. Bu şekilde kan basıncını ve nabız atışını hızlandırır, kan damarlarında daralmaya bağlı el ve ayaklarda soğumaya neden olur. Bu durum vücudun stres altında verdiği tepkiye yakındır.

Hormonlar

Stres, karşılaşılan olaylarda insanın ruhsal ve bedensel sınırlarının zorlanmasıdır. Bedenin stresle karşılaşması sonucunda adrenalinin salgılanması gerçekleşir. Bunun sonucunda kan basıncı yükselir, kalp atışlarında hızlanma, midede hiper asidide olabilir. Beden ısısı artar, solunum derinliği, hızı artar, el ve ayaklarda üşüme oluşur.

Düzensiz beslenme

Kahvaltı yapmadan evden çıkıyor, gün içinde yoğun iş deposundan dolayı öğün atlıyorsanız, yeterli miktarda su içmiyorsanız, karbonitrat, protein ve yağı dengeli oranda alamıyorsanız ve ağırlıklı olarak fast-food tüketiyorsanız düzensiz besleniyorsunuz demektir. Kötü beslenme hücre yenilemesi işlevini aksatır. Cildiniz canlılığını ve tazeliğini kaybeder. Yorgunluk, çabuk yorulma, baş ağrısı, aşırı sinirlilik ve düşünce,hafıza sisteminde bulanıklaşma görülür. Güne kahvaltı yaparak başlayın, gıda alımınızı gün içine yayarak üç ana öğün, üç ara öğün şeklinde az ve sık beslenin ve bol su için.

Tiroid

Tiroid bezi, boynun ön kısmında yer alan ve salgıladığı hormonlarla vücutmetabolizmasını düzenleyen endokrin bir organdır. En sık rastlanan hastalıkları tiroid hormonun üretimindeki dengesizliklerdir. Tiroid hormonları aşırı miktarda salgılandığında hipertiroidizm, yetersiz miktarlarda salgılandığında ise hipotiroidizm meydana gelir.

Hipotiroidizm’de belirtiler

Halsizlik, çabuk yorulma, hareketlerde yavaşlama. Uyku eğiliminin artması. Ses kalınlaşması, ciltte kalınlaşma ve kuruluk. Saç dökülmesi, kabızlık terleme azlığı, yüzde ve göz kapaklarında şişlik.

Hipertiroide klinik

Bulgular normal veya aşırı yemek yenmesine rağmen kilo kaybı. Terleme, sıcağa tahammülsüzlük. Sinirlilik hali. Çarpıntı, yüksek kan basıncı. İshal şeklinde veya sık dışkılama. Göz kürelerinin belirmesi. Kas güçsüzlüğü ve ellerde titreme.

Cosmopolitan