BREAKING NEWS
latest
Hastalıklar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hastalıklar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Aralık 2020 Cumartesi

Akraba evliliği, epilepsi riskini 40 kat artırıyor

Beyindeki ritim bozukluğu olarak tanımlanan epilepsinin, her yaşta ortaya çıkabildiğini hatırlatan Yeditepe Üniversitesi Rektörü ve Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Aykut Bingöl, akraba evliliklerinin epilepsi riskini artırdığını söyledi. 

Türkiye'de yaptıkları bir araştırmaya dayanarak verdiği bilgilere göre, epilepsinin, akraba evliliği yapan bireylerde 40 kat daha fazla görüldüğünü belirtti.

Beyinde elektriksel aktivitenin bozulmasıyla birlikte belli nöbet ataklarıyla görülen epilepsi yılda 100 bin kişiden 50'sini etkiliyor. Bu oranın, doğum sırasındaki zorluklar ya da tedavi edilmesi gereken hastalıklardaki gecikmeler nedeniyle, gelişmemiş ülkelerde 80 ila 100'e kadar çıkabildiğini ifade eden Prof. Dr. Canan Aykut Bingöl, Epilepsi Farkındalık Günü dolayısıyla önemli açıklamalarda bulundu.

İLK 5 YAŞA VE 40 YAŞ SONRASINA DİKKAT!

Hastalığın her yaşta ortaya çıkabildiği gibi, ilk 5 yaş içinde görülme oranının daha sık olduğunu belirten Prof. Dr. Canan Aykut Bingöl, "10 yaşına kadar belli bir oranda gözlenir. 10-40 yaş arasında daha az rastlanır. 40'lı yaşlardan sonra ise, damar ve beyin hastalıklarının görülme sıklığına paralel olarak epilepsi görülme sıklığı da artar" diye konuştu.

AKRABA EVLİLİĞİ RİSKİ ARTIRIYOR

Akraba evliliğinin hastalık riskini 40 kat artırdığını belirten Prof. Dr. Canan Aykut Bingöl, konuyla ilgili gerçekleştirdikleri araştırmaya dayanarak şu bilgileri verdi:

"Epilepside genetik bir yatkınlık olabiliyor. Ancak bugün itibariyle tanımlanmış, genetik tanısı konmuş çok az bir grup epilepsi hastalığı var. Özellikle akraba evliliklerinin görülme oranını artırdığını biliyoruz. Geçmiş yıllarda Türkiye'de yaptığımız bir araştırmada, akraba evlilikleri olan 7 aileden yaklaşık 2000 kişilik bir grubu inceledik.Araştırmamızın sonucunda, epilepsi hastalığının akraba evliliği yapanlarda, yapmayanlara göre 40 kat fazla olduğunu gördük. Çünkü genetik olarak yatkınlığı olan kişilerde hastalık ortaya çıkmayabiliyor. Ancak akraba evliliği yapan çiftlerde genlerin bir araya gelmesiyle hastalık görülebiliyor. Bununla birlikte ülkemizde son yıllarda akraba evliliklerinin azalması nedeniyle bununla ilgili olan epilepsilerin oranında azalma olabilir."

"GENETİK ETKİ"

Yapılan ayrıntılı genetik çalışmalarda da belirli bir gen tespit edilmediğini ifade eden Yeditepe Üniversitesi Rektörü ve Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Aykut Bingöl, "Epilepsinin özellikle tanımlanmış bir geni olmadığını ancak genlerden etkilendiğini biliyoruz. Bazı epilepsilerde yaşa, epilepsi tipine, EEG özelliklerine göre değişmekle birlikte, tanımlanmış bazı genler bulunuyor. Yani, hangi gende nasıl bir bozukluk sonucu oluştuğu bilinen epilepsi tipleri var. Ancak bunlar toplam epilepsi hastalarının yüzde 1'inin bile altındadır. Bunun dışındaki epilepsilerde belirli bir gen tespit edilmemiştir. Ancak genetik yapımızın, hastalıklara yakalanmamızda ya da onlara eğilim göstermemizde etkin olduğu biliniyor." diye konuştu.

"AŞIRI UYKUSUZLUK NÖBETLERİ TETİKLİYOR"

Epilepsiyi beyindeki bir ritim bozukluğu olarak ifade eden Prof. Dr. Canan Aykut Bingöl, bu bozukluğun çocukluktan ileri yaşlara kadar her zaman ortaya çıkabileceğini hatırlatarak sözlerine şöyle devam etti: "Hastalığın belirtileri, ortaya çıktığı yaşa göre değişebilir. Bununla birlikte nöbetleri tetikleyen çevresel bazı etkenlerin olduğu biliniyor. Örneğin uyuşturucu kullanımı nöbetleri tetikliyor. Ayrıca, aşırı uykusuzluk, stres, alkol ve bazı ilaçların nöbetleri tetiklediğini biliyoruz. Vücuda kimyasal olarak etkisi olabilecek birçok şey nöbetleri tetikleyebilir."

ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜNÜN ALTINDA EPİLEPSİ YATABİLİR!

Öğrenme güçlüğü yaşayan çocukların tanısında epilepsinin de değerlendirilmesi gerektiğini belirten Yeditepe Üniversitesi Hastaneleri Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Aykut Bingöl, "Dışarıdan fark edilmeyen epilepsi nöbetleri, öğrenme güçlüğü ve bellek problemleri yaratabiliyor. Bu durumda, çocuğun okul başarısı düşüyor. İlişki kurmakta zorlanıyor. Öğrenme güçlüğü yaşayan çocukları, psikolog ve nörologlar beraber değerlendirerek, epilepsiyi ayırt etmeye çalışırız. Öğrenme güçlüğü, dikkat eksikliği ile gelen çocukları epilepsi tanısıyla tedavi ettiğimizde okul başarısı ve arkadaşlarıyla ilişkilerinin düzeldiğini; akranlarıyla aynı noktaya geldiklerini görüyoruz. " dedi.

"EPİLEPSİYİ, MİGREN GİBİ DÜŞÜNÜN"

Epilepsi nöbetlerinin hastada depresyona neden olabileceğini belirten Prof. Dr. Canan Aykut Bingöl, bunun nedeninin çevreden görülecek tepkiler olduğunu ifade etti. Epilepsi hastalarının toplumdan dışlanma korkusu yaşadıklarını söyleyen Prof. Dr. Bingöl, kişinin bu durumu migren gibi görmesi gerektiğini belirterek hastalara şu tavsiyelerde bulundu:

"Genelde bu kişiler akıl hastalığı ile eş değer tutulur, toplumda dışlanır. Bu durumda, depresyon, yalnızlık hastaların en önemli sorunu halini alır. Hayatında 3 kez nöbet geçirip de depresyondan çıkmayan hastalarımız var. Çünkü bir kez bu tanıyı alan kişiler kolay kolay üstlerinden atamazlar. Hastalık ilaçla tedavi edilse dahi, sadece ismi bile kişiyi depresyona itmeye yetebilir. Bu konuda en önemli uyarı noktası, kişinin tüm çevresinin bu durumu migren hastalığı gibi görüp, ilaçlarla kontrol altına alınacağını bilmesi ve hastaya destek olmasıdır. "

"HASTALARIN YÜZDE 70'İ İLAÇLA KONTROL EDİLEBİLİYOR"

Hastaların yüzde 70'inin ilaçlarla tedavi edilebileceğini kaydeden Prof. Dr. Canan Aykut Bingöl, yüzde 15'lik grubu oluşturan hastalarda ise cerrahi ya da sinir stimülasyon yöntemlerini kullanarak nöbetlerin kontrol edilebildiğini anlattı. Cerrahi olan hastaların, daha sonra nöbet geçirme riskleri azaldığı için biraz daha şansı olduğunu belirten Prof. Dr. Canan Aykut Bingöl, "Cerrahi tedavi, ilaca cevap vermeyen yüzde 15'lik kısımda kullanılıyor. Nöbetler başladıktan sonra ne kadar erken zamanda tedavi değerlendirilir ve gerekiyorsa cerrahiye yönlendirilirse, sonrasındaki başarı, yani nöbetlerin tekrar etmeme durumu, o kadar iyi olabiliyor. Dolayısıyla hastaların iyi değerlendirilmesi ve hastaların doğru merkezlere yönlendirilmesi son derece önemlidir."

NÖBET GEÇİREN KİŞİYE NASIL YAKLAŞMALI?

Nöbet geçiren bir kişiye nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda Prof. Dr. Canan Aykut Bingöl şu bilgileri verdi:

"Burada bilinmesi gereken en temel nokta, bu nöbetin bir boşalım olduğu ve çok kısa süre içinde sonlanacağıdır. Bu boşalım sırasında hastanın beyninde ya da vücudunda kendiliğinden bir hasar oluşmaz. Ancak düşerek koluna ya da başını bir yere çarpması durumunda bir zarar oluşabilir. Genelde hastaların bu durumda nefes almadığı fark edilse de, beyinde oksijensiz kalmaları gibi bir durumları yoktur. Bu nedenle, nöbet sırasında vücudunda herhangi bir zarar oluşmayacak şekilde hastayı konumlandırmak, kafasını yana çevirmek ve tehlikelerden korumak yeterlidir. Nöbetler en fazla bir-iki dakika sürer. Ancak o anı yaşamak kolay olmadığı için hastaya çok daha uzunmuş gibi gelebilir. Nöbet sonrasında 15-20 dakika içinde hastanın bilincinin yerine gelmesi gerekir. Eğer hasta kendine gelmiyorsa hastaneye götürmek gerekir. Ancak özellikle altının çizilmesi gereken nokta, nöbet sırasında sakin olup, beklemek gerektiğidir."

"ZAYIFLAMA AMAÇLI KETOJENİK DİYETİN TEDAVİDE YERİ YOK"

Epilepsi tedavisinde beslenmenin de önemli olduğunu belirten Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Aykut Bingöl, son yıllarda popüler olan ketojenik diyet hakkında ise şunları söyledi:

"Öncelikle kişinin aç kalmaması gerekiyor. Öğün atlamak, aç kalmak ve kan şekerinin düşmesi nöbetleri tetikliyor. Ketojenik diyet, ilaçla tedavide zorlandığımızda ve özellikle çocuklarda kullandığımız bir yöntem. Bu tedavi yöntemini, hastayı hastanede yatırarak uygularız. Katkı maddesi olan yiyeceklerden uzak durmak bizim önerdiğimiz bir durumdur. Ama özellikle zayıflamak amacıyla kullanılan ketojenik diyetin epilepsi tedavisinde yeri yoktur."

Kolesterol adeta vücudun yara bandıdır, korkmayın!

Sağlığınızın tehlikede olduğunu anlamak için kalp krizi geçirmenize gerek yok! Tüm dünyada yaşamı tehdit eden sağlık sorunları arasında ilk sırada yer alan ve hızla yaygınlaşan kalp ve damar hastalıkları için önlem alabilmek mümkün! 

Kalp ve damar hastalıklarıyla kolesterol ilişkisinin halk arasında yanlış bilindiğine dikkat çeken Fitoterapi Uzmanı Dr. Ümit Aktaş, "Kolesterol, tamir edici özelliğiyle adeta vücudun yara bandıdır. Kolesterolden korkmayın, kan şekeri ve insülin seviyesinin yüksek olmasından korkun!" diye uyarıyor.

Zeytinyağı ve tereyağını korkmadan tüketin!

Kalp sağlığı için en büyük riskin, kolesterol değil yüksek kan şekeri olduğunu vurgulayan Dr. Ümit Aktaş, "Zeytinyağı ve tereyağını korkmadan tüketin. Ama her türlü tatlı, şeker ve hamur işinden kaçının. Tuzlu poğaça bile yeseniz, vücudunuz ona şeker muamelesi yapar. İnsülin direnci ve diyabet, kalp damar hastalıklarının arkasında yatan en önemli sebeptir" diyor.

Sebze tüketiyorsanız endişelenmeyin!

Kolesterolün, vücudumuzun enerji üretiminde, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde önemli bir rol üstlendiğini kaydeden Dr. Ümit Aktaş, düşük kolesterolün enfeksiyonlara yakalanma riskini artırarak kalp yetmezliği gibi riskli hastalıklara davetiye çıkardığına dikkat çekiyor. Ağırlıklı olarak yeşillikler olmak üzere çeşitli sebzelerin yer aldığı bir beslenme programı uygulayanların kalp sağlıklarından endişe etmemeleri gerektiğinden bahseden Dr. Ümit Aktaş, Mutluluk Kürleri 2 kitabında yer alan "Kalp Dostu Bitkisel Güçler" bölümünde şu önerilerde bulunuyor:

Günde üç porsiyon lahana, brokoli, Brüksel lahanası ya da karnabahar

Doğanın sunduğu kalp dostu sebzeleri keşfedin. Sebze tüketiminiz arttıkça damarlarınızın sağlığı da o oranda iyileşiyor. Brokoli, Brüksel lahanası, karnabahar ve lahana kalp ve damar sağlığının korunmasında çok güçlü bir konumda yer alıyor. Günde üç porsiyon lahana, brokoli, Brüksel lahanası ve karnabahar tüketenlerin kalp krizi risklerini belirgin bir oranda azalıyor.

Çiğ tüketmeye alışın!

Bu besinlerin sağlık sırrı sülforafan adlı bir molekülde saklı. Ama bu kalp dostu maddenin ısıya karşı hassas olduğunu unutmayın! Yani lahananın yemeğinden ziyade salatasını yapıp yiyin. Brokoliyi, Brüksel lahanasını bir-iki dakikadan fazla haşlamayın. Hatta mümkünse çiğ tüketmeye çalışın!

Kırmızı soğan, karalahana, bamya ile kalbinizi koruyun!

Diyabetle savaşan besin, aynı zamanda kalp sağlığını korumada da son derece etkilidir. Kalbinizi korumak istiyorsanız, beslenme programınıza kuersetin zengini besinleri de ekleyin. Kuru soğanın beyazı bol miktarda kuersetin içerse de birincilik kırmızı soğanda! Karalahana ve bamya da kuersetin açısından oldukça zengin.

Güçlü antioksidan için lahana turşusu

Lif ve probiyotik zengini turşular kalp sağlığını da koruyor. Bağırsak sağlığını destekleyerek sistemin düzgün çalışmasını sağlıyor, tansiyona iyi geliyor. Özellikle içerisinde bulunan güçlü antioksidandan ötürü lahana turşusu tüketmenizi öneririm.

Güneşlenin!

Güneşin de kalp krizi geçirme olasılığını azaltan bir etkisi bulunuyor."D vitaminimi alıyorum, güneşlenmeme gerek yok' diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz! Güneş, kalp damarlarının gevşemesi ve kan akışının sorunsuz bir şekilde gerçekleşmesini sağlıyor. Dolayısıyla, kalp krizi geçirme riskiniz önemli oranda azalıyor.

Dr. Ümit Aktaş'tan kalbi koruyan 10 bitkisel güç önerisi:

Brokoli,Lahana, Soğan, Bamya, Karalahana, Roka, Kişniş otu, Kırmızı pancar, Fesleğen, Susam

Kan basıncını düşürmeye yardımcı çay:

1 tatlı kaşığı bamya çiçeği (hibiscus), 1 tatlı kaşığı zeytin yaprağı, 1 tatlı kaşığı yabanmersinini porselen ya da cam bardağa koyup üzerine kaynar su ekleyin. 10 dakika demleyin.

Kalp sağlığı için çay:

1 tatlı kaşığı alıç, 1 tatlı kaşığı yeşil çay, 1 tatlı kaşığı kuşburnu, 1 tatlı kaşığı zeytin yaprağını porselen ya da cam bardağa koyup üzerine kaynar su ekleyin. 10 dakika demleyin.

23 Kasım 2018 Cuma

Kronik migren hayatı nasıl etkiliyor?

Migren günlük hayatı olumsuz etkileyen, hastaların neredeyse yaşama sevincini elinden alan çok yaygın bir hastalık olarak biliniyor. Sıradan bir baş ağrısı olmayan migren, genellikle tek taraflı, ense, şakak veya göz çevresinde başlıyor. 

Zonklayıcı karakterdeki ağrıya ışık ve sese hassasiyet, bulantı ve kusma eşlik ediyor. Fiziksel aktivite ile şiddetlenen ağrı, kişinin iş ve sosyal yaşamındaki verimliliğini ve konforunu düşürüyor. Memorial Ankara Hastanesi Nöroloji Bölümü'nden Doç. Dr. Nilgül Yardımcı, kronik migren tedavisinde botoks tedavisi ile ilgili bilgi verdi.

Migren atak sıklığı kişilerde farklılık göstermektedir. Aralıklarla yaşanan migren atakları "epizodik migren" olarak adlandırılmaktadır. ''Kronik migren'' ise en az 3 ay boyunca, her ayda en az 15 baş ağrılı günün minimum 8 gününde migren kriterlerini taşıyan ağrı olarak tanımlanmaktadır.

Nasılsa geçmiyor deyip baş ağrısına katlanmak zorunda değilsiniz

Uzun süreli ve şiddetli baş ağrısına yol açan kronik migren, nüfusun %1-3 'ünde görülmektedir. Kronik migreni olan kişilerin epizodik migrene oranla yaşam kaliteleri daha düşüktür ve hastaneye daha çok başvuru yaparlar. İlaç kullanımları fazladır ve günlük iş ve hayat verimlilikleri düşüktür. Hastaların hayatını adeta kabusa çeviren kronik migrenle başa çıkmak sanıldığı kadar kolay olmayabilir. Stresten uzak durmak ve sadece ağrı kesicilere yüklenmemek önemlidir. Kişi düzenli ve sık aralıklarla migren atakları yaşıyorsa, ağrıların atak ve şiddetinin değiştiğini düşünüyorsa mutlaka bir nöroloji uzmanına başvurmalıdır.

Depresyon kapınızı çalabilir

Migren tedavisinde kullanılan ilaçlar, baş ağrısı atakları sırasında ağrıyı ortadan kaldırmayı ve eşlik eden bulantı, kusma gibi belirtileri durdurmayı veya baş ağrısı ataklarının sıklığını kontrol etmeyi amaçlamaktadır. Epilepsi, hipertansiyon ve depresyon gibi başka hastalıkların tedavisinde de kullanılan bazı ilaçlar migren tedavisinde de kullanılmaktadır. Ancak tedavi çeşitliliğine rağmen, kronik migren hastalarında tedavi etkinliği düşüktür ve hastalar aşırı ağrı kesici ilaç kullanımı, depresyon, kaygı bozuklukları, uyku sorunları gibi eşlikçi hastalıkların riski altındadır.

Botoks tedavisi hayat kalitesini yükseltiyor

Botoks ile kronik migren tedavisi etkinliği nedeni ile yeni dönem tedavi yöntemleri arasında oldukça dikkat çekmektedir. Yapılan çalışmalar, botoksun migren hastalarında güvenilirlik ve tolerabilitesinin yüksek olduğunu, baş ağrısı günlerinin sayısını ve migren ataklarının sayı ve şiddetini azaltmada etkin olduğunu ortaya koymaktadır. Botoks yetişkinlerde kronik migren için önleyici tedavi olarak özellikle belirtilmektedir. Botoks uygulaması, kronik migrenli kişilerde sinir uçlarından itibaren ağrıyı uyaran kimyasal ileticileri engellemekte ve bu önleme sonucunda sinir uçlarından sinir sistemine uzanan ağrı yolları aktive olamamakta ve ağrı beyne erişmeden kontrol edilebilmektedir.

Tedavi planlaması kişiye özel yapılıyor

Yapılan çalışmalarda önerilen enjeksiyon şemasına göre botoks, hastada alın, şakak ve ense bölgelerini içeren belirlenmiş 31 noktaya kas içine enjeksiyon olarak uygulanmaktadır. Tedavi kişiye özel planlanmakta ve 12 hafta ara ile en az 2 tedavi dönemi bulunmaktadır. Bazı hastalarda tedavi etkinliği için enjeksiyon tekrarlanması gerekirken, bazı hastalarda ise etkinlik bir kaç yıl süresince devam etmektedir. Uzman bir nörolog kararı ile ağrı yerine göre botoks enjeksiyonlarında gerekli bölgelere ek dozlar uygulanabilmekte ve başarılı sonuçlar alınarak hasta kronik migrene veda etmektedir.