BREAKING NEWS
latest
Kadın Sağlığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kadın Sağlığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Nisan 2021 Pazar

Rahim ağzı kanserinin 12 belirtisi!

Rahim ağzı kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türü olarak biliniyor ve gelişmekte olan ülkelerde görülme sıklığı da giderek artıyor. 

Erken dönemde yakalanmış serviks kanserinin tanı konulduktan sonraki 5 yıllık sağ kalımları %92 gibi yüksek düzeylerde seyrediyor. Serviks kanseri, yaklaşık %20 oranda 65 yaş üzeri kadınlarda teşhis edilmesine rağmen, daha çok 30'lu, 40'lı ve 50'li yaşlardaki kişileri etkiliyor. Memorial Antalya Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü'nden Jinekolojik Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Murat İnal, serviks kanseri hakkında bilgi verdi.

45 yaş altında daha sık görülüyor

Serviks kanseri, serviks olarak adlandırılan rahim ağzının kanseridir. Serviks, rahmin vajinaya açılan ve doğum esnasında genişleyen kısmıdır. Tüm dünyada 45 yaş altı kadınlarda en sık görülen ikinci kanser türüdür ve meme ile akciğer kanserinden sonra kanser nedeniyle yaşam kaybının önde gelen üçüncü nedenidir.

HPV sonucu oluşuyor

Rahim ağzı kanseri, uzun süre ve inatçı, yüksek riskli HPV enfeksiyonu sonucu oluşmaktadır. HPV enfeksiyonu oldukça sık ortaya çıkmaktadır ve cinsel yaşamı aktif olan insanların önemli bir bölümünde görülebilir. Ancak enfeksiyon ilerleyerek serviks kanserine dönüşmez. HPV ile enfekte çoğu insan buna bağlı ciddi problemler yaşamaz ve ancak çok küçük bir yüzdede kanser gelişebilir.HPV; ağız, boğaz, vajen, vulva ve serviks kanseri gibi birçok kanser tipinin ortaya çıkma olasılığını da artırmaktadır.

Rahim ağzı kanseri riski taşıyanlar dikkat!

  • HPV teşhisi konulmuş kadınlar,
  • HPV aşısı yaptırmamış kadınlar,
  • Prekanseröz lezyonlar için düzenli pap smear yaptırmamış olanlar,
  • Anormal pap smear sonucu olan ya da kanser öncesi servikal hücre değişiklikleri tanısı öyküsü bulunanlar,
  • Daha önce serviks kanseri öyküsü olanlar,
  • HPV enfeksiyonu riskinin artmasına neden olan birden fazla cinsel partneri bulunanlar,
  • Yüksek riskli cinsel aktivitede bulunan partneri olanlar,
  • Çok erken yaşta ilk cinsel ilişkisini yaşayanlar,
  • HIV enfeksiyonu ya da bağışıklık sistemini zayıflatan herhangi bir durumu olanlar. (Bağışıklık sisteminin zayıflaması, kadında HPV enfeksiyonu gelişme olasılığını ve serviks kanseri riskini artırır.)
  • Sigara kullananlar…

Rutin jinekolojik kontrollerinizi ihmal etmeyin!

Serviks kanseri erken dönemde genellikle belirti vermez. En erken teşhis, rutin jinekolojik muayene esnasında saptanan anormal pap smear testi sonucunda görülür. Hastalık, oldukça yavaş seyirlidir ve böylece belirtisiz dönem yıllarca sürebilir. Pap smear testinde anormal hücrelerin tespit edildiği evre yüzde, hastalığın %100 z tedavi edilebilir evresidir. İlerlemiş serviks kanserleri genel olarak en sık, düzenli pap smear testi yaptırmayan ya da anormal pap smear sonucu alıp takiplere devam etmemiş kadınlarda ortaya çıkmaktadır.

Serviks kanseri geliştikçe görülen belirtiler şunlardır;

1. Adet arası, cinsel ilişki sonrası ya da menopoz sonrası kanama gibi anormal vajinal kanamalar. (Bununla birlikte anormal vajinal kanamaya başka durumlar da yol açabilir)

2. Sulu, pembe, soluk ve devamlı olan vajinal akıntı

3. Normalden daha fazla kanama olan ve daha uzun süren adet dönemleri

Mesane, bağırsaklar, akciğerler ya da karaciğere yayılmış çok ileri düzeydeki serviks kanseri vakaları aşağıdaki belirtileri gösterecektir:

4. Sırt ağrısı

5. Kemik ağrısı ve kırıklar

6. Yorgunluk, bitkinlik

7. Vajinadan idrar ve dışkı kaçağı

8. Bacak ağrısı

9. İştah kaybı

10. Pelvik ağrı

11. Şişmiş ayaklar

12. Kilo kaybı

Kanserin evresine göre tedavi belirleniyor

Serviks kanseri için tedavi seçenekleri kanserin evresine göre değişmektedir. Erken evrelerde yakalanan serviks kanserinin tedavisi göreceli olarak kolaydır. Küçük, erken evre kanseri olan hastalar histerektomi (rahim ve rahim ağzının çıkarılması) ile cerrahi olarak tedavi edilebilir. Serviks kanserinin yayılımına bağlı olarak değişik histerektomi tipleri önerilebilir. Cerrahi operasyon, klasik açık ameliyat ya da laparoskopi gibi yöntemlerle yapılabilir.

19 Aralık 2020 Cumartesi

En özel gün öncesi hangi antioksidanı tercih etmeli?

Evlilik sezonun açılması ile gelin adaylarının büyülü gecede kendilerini peri masalarında hissetmelerinin şüphesiz en doğru yolu istedikleri gelinlikle olabilmekten geçiyor. Bu sebeple düğün öncesinde çeşitli detoks, diyet ve antioksidan çalışmalarına başvuruyor. 

Sports International'ın Diyetisyeni Gurbet Ünal, gelin ve damat adayları için en uygun hazırlık sürecini paylaştı.

" Gelinlik ve damatlık için diyete girmeden önce son bir kez istediğim her şeyi yemeliyim düşüncesi düğün sürecinde sık yapılan beslenme hatalarının başında geliyor"

Gelin ve damat adaylarının sık yaptığı hataları belirten Diyetisyen Gurbet Ünal, "Diyeti bozduğunuz anda her şeyin bitti sanılması, diyet ürünlerin enerjisinin olmadığının düşünülmesi, aç kalarak zayıflayacağının düşünülmesi, yetersiz su tüketimi ve egzersiz yapmamak düğün sürecinde sık yapılan beslenme hatalarının başında yer alıyor. Diyet yaparken en büyük motivasyon kaynaklarından birisi kişinin kendisine diyet partneri bulmasıdır. Bu süreçte eş adaylarının aynı motivasyonda bir birlerine sürekli hatırlatması durumu da avantajlı gördüğümüz noktaların başında yer almaktadır" dedi.

"Detoks suyu ya da diyetleri önermiyorum"

Hazırlık sürecinde paketli gıdalardan uzak durulması gerektiğinin altını çizen Gurbet Ünal, " Detoks suyu ve diyetleri gibi uygulamalar bireylerin almaları gereken enerjinin altında enerji ile beslenmelerinden kaynaklı geriye dönüşsüz olarak metabolizma yavaşlamasına neden olabiliyor. Bu tarz uygulamalar bütün gün uygulanan düzenler olmamalı. Ancak bireyler şöyle yapabilirler vücutlarının detoks sistemlerini çalıştıracak antioksidan aktivitesi yüksek besinleri bu süreçte daha sık tercih edebilirler. Vücudun detoks sistemi için şunu söyleyebilirim. Zaman içerisinde hem yediğimiz besinlerden hem de çevresel etmenlerden dolayı vücudumuzda toksinler artar. Bu durum vücutta oksidatif stres dediğimiz birtakım metabolik sonuçlara neden olur. Metropol yaşantısı, stres ve kötü doğa koşulları da eklendiğinde, vücuttan atamadığımız ve sürekli maruz kaldığımız toksinler zamanla karaciğer ve böbrekler başta olmak üzere sağlığımızı olumsuz etkiler. Düğün sürecinde en yoğun stres zamanlarından biri olarak kabul edebiliriz. Bu süreçte antioksidan aktivitesi yüksek besinleri eklersek aslında vücudun doğal detoks sistemine katkı sağlamış oluruz. Vücudun bir nevi arınmasını artırmak için illa meyveleri blendırdan geçirip smoothie haline getirmenize gerek yok, hatta bu tarz uygulamalarda antioksidan aktivitesi yüksek vitaminlerden olan C vitaminini büyük ölçüde kayba uğratabilirsiniz."

Gelin ve damat adaylarına özel antioksidan tavsiyeler

Kahvaltı

Yumurta
Mevsim yeşillikleri
Ceviz/fındık/badem
Ekmek (çavdar, tam tahıl, ekşi maya vb)

Öğle yemeği
Balık
Mevsim yeşillikleri
Ekmek (çavdar, tam tahıl, ekşi maya vb) veya karabuğday veya kinoa veya bulgur

Akşam yemeği
Ispanak yemeği
Mevsim yeşillikleri
Ekmek (çavdar, tam tahıl, ekşi maya vb) veya karabuğdayveya kinoa veya bulgur

Ara öğünler
ahududu, böğürtlen, üzüm, yaban mersini, çilek gibi meyveler
badem, cevizveya fındık
beyaz çay/yeşil çay

Kadınlarda kısırlığa yol açan gen bulundu

2010 yılında erkeklerde kısırlığa yol açan gen bulunmuştu. Bilim adamları şimdi de kadın kısırlığının ana sebeplerinden birinin arkasındaki sorumlu geni keşfetti.

Kadın Hastalıkları Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Betül Görgen, Klinik Endokrinoloji ve Metabolizma dergisinde yayınlanan araştırmanın detayları hakkında şu bilgileri verdi:

TEDAVİSİ OLMAYAN YUMURTALIK PROBLEMİ İÇİN UMUT

"Polikistik Over Sendromu (PKOS), kısırlık sorunu yaşayan kadınlarda rastlanan sebepler arasında önde gelenlerden biri olup, çocuk sahibi olma dönemindeki 10 kadından birini etkilemektedir.

Araştırmacılar, erkek hormonu üretimine katkıda bulunan ve PKOS gelişiminde esas rolü üstlenen bir gen buldular. Bu genin adı: DENND1A Bu keşif tedavide de yeni ufuklar açabilir.

Araştırma, PKOS'nun oluşumunda DENN1A adlı genin sorumlu olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Bu gen yumurtalıklarda testosteron üretiminde çok önemlidir. PKOS'undan muzdarip kadınlarda da hormonal dengeyi bozan anahtardır.

Bu keşif tedavi açısından da yeni yaklaşımlar getirecektir. Bu geni düzenleyen yolları hedef alan tedaviler asıl çözüm olacaktır."

22 Ekim 2017 Pazar

Rahim ağzı kanserinin erken teşhisi önemli

Uzmanlar, dünya genelinde çok sayıda kadını ilgilendiren ve yaygın görülen bir hastalık olan rahim ağzı kanserinin, bilinçli yaklaşım ve erken teşhisle önlenebildiğini belirtiyor.

Rahim ağzı kanserinden korunmada düzenli kontrol ve bu hastalığa karşı geliştirilen HPV aşısı önemli…

Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Jinekolojik Onkoloji Klinik Şefi Doç. Dr. M. Faruk Köse, kanser gelişmeden önce kontrollerini düzenli olarak yaptıran kadınlarda, bu hastalığa doğru zamanda müdahale edilebildiğini ve bunun çoğu kez hayat kurtarıcı olduğunu söylüyor.

HPV aşısı yüksek koruma sağlıyor

Rahim ağzı kanserinin erken teşhisinde yüzde 85 oranında en az 5 yıllık yaşam beklentisi söz konusuyken, ileri evrelerde bu oran azalıyor ve yüzde 30’lara kadar düşüyor. Bu erken teşhis edilen 10 kadından 9’u hayatını hiç kanser olmamış gibi sürdürürken, erken teşhis edilemeyen 10 kadından 7’sinin ise bu hastalık nedeniyle hayatını kaybedeceği anlamına geliyor.

Rahim ağzı kanserinden korunmada 2 yol çok önemli görülüyor. Bunlardan ilki hastalık gelişmeden HPV aşısı yaptırmak, diğeri ise düzenli jinekolojik muayene ve Pap Smear testi yaptırılması. Bu test sayesinde kadınlar, rahim ağzı kanserine yol açabilecek anormal hücreleri olup olmadığını öğrenebiliyor.

Uygulama kola yapılıyor

Doç. Dr. Köse, rahim ağzı kanseri aşısı olarak bilinen HPV aşılarının, HPV ile ilgili hastalıkların önemli bir bölümüne karşı, daha bu hastalıklar oluşmadan yüksek oranlı koruma sağladığını söylüyor. Her aşıda olduğu gibi, HPV aşılarının da hastalığa yakalanmadan önce yapılması gerekiyor.

Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de 2 çeşit HPV aşısı olduğuna dikkat çeken Köse, bu aşılardan birinin HPV’nin 2 tipine, diğerinin ise 4 tipine karşı koruma sağladığını dile getiriyor. Her 2 aşı da, rahim ağzı kanserine neden olan tiplerin yüzde 70-80’lik bölümüne karşı yüzde 100 koruma sağlıyor. Ancak söz konusu aşılar, HPV 16 ve 18 dışında kanser yapan diğer tiplere karşı koruma sağlayamadıkları için, aşılandıktan sonra da düzenli olarak Pap Smear testi yaptırmak etkin korunma açısından son derece önemli görülüyor.

Kadınların çoğu, rahim ağzı kanseri aşısının rahim ağzına yapıldığını düşünüyor ve bu düşünce nedeniyle aşıdan korkuyor. Oysa aşı sanıldığı gibi rahim ağzına değil, kola yapılıyor.

Bu aşının 6 ay içinde 3 doz olarak uygulandığını dile getiren Doç. Dr. Köse, “Bunlar koruyucu aşılardır ve tedavi edici özellikleri bulunmamaktadır. Bu nedenle, hastalık oluşmadan önce yapılmaları çok önemlidir” diye konuşuyor.

Başlıca hedef kitle 11-12 yaşındaki kızlar

Aşıların kullanımında en etkin hedef kitlenin seksüel ilişkide bulunmayan 11-12 yaş grubundaki kız çocukları olduğu belirtiliyor. 26 yaşına kadar programa uymamış kişiler için ise telafi aşılaması öneriliyor. Bu aşılar tiplerine göre 45-55 yaşa kadar önemli koruyuculuğa sahip. Bu nedenle, Avrupa Birliği ülkelerinde aşının 9-45 yaş arasında uygulanmasına onay veriliyor.

HPV’nin oluşturduğu hastalıkların tedavisi ile aşılama kararının birbirinden bağımsız olduğu belirtiliyor. Aşılanmadan doğal enfeksiyon geçirilmişse, aşı o tipe karşı koruma sağlamıyor. Buna karşın, aşının içerdiği tiplerin tümüne karşı doğal enfeksiyon geçirme olasılığının sadece yüzde 1 olduğunun unutulmaması gerekiyor.

Gelişmiş ülkeler vatandaşlarını aşılıyor

HPV aşılarının dünyada 35 ülkenin aşılama programına girdiği ve bugüne kadar yaklaşık 30 milyon kadının bu virüse karşı aşılandığı belirtiliyor. Aşıyı programlarına alan ülkelere bakıldığında, başı çekenlerin sorunu en az yaşayan gelişmiş ülkeler olduğu ve bunların vatandaşlarını tereddütsüz aşıladıkları görülüyor. Doç. Dr. M. Faruk Köse, “Türkiye’deki aşı karşıtlarının, Hepatit B aşısının kullanımına 17 yıl geç başlanmasına neden olmalarının, engellenebilecek bazı vakaların kaybedilmesiyle sonuçlandığını unutmamak gerekiyor” diyor.

Evrelere göre tedavi

Rahim ağzı kanserine çok erken dönemde yakalanıldığında uygulanacak en etkin tedavinin ameliyat olduğu belirtiliyor. Erken evrelerde ameliyat ile rahim ağzı veya rahim alınarak yüksek oranda başarı sağlanırken, ileri evrelerde radyoterapi ve kemoterapi tedavileri birlikte kullanılıyor. Ancak son evrelerdeki tedavinin başarı oranı çok düşük. HPV’ye bağlı genital siğiller ise yakılarak, dondurularak veya özel ilaçlar sürülerek tedavi edilmeye çalışılıyor. Ancak bu tedaviler çok başarılı olamıyor ve genellikle tekrarlanıyor.

15 Mayıs 2016 Pazar

Doğumdan Sonra Seks İsteği 3 Ayda Geliyor...

Doğum sonrasında, cinsel istekte bir süre azalma olabilir. Bu azalma genel olarak psikolojik kökenlidir. Seks isteği, 12’ci haftadan sonra eski haline döner. 

Emzirme döneminizde yükselen süt hormonu, östrojen hormonunu baskılayarak vajende kuruluklara yol açabilir. Bu kuruluğa karşı rahatlatıcı bir önlem olarak gliserin kullanılabilir.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü Sorumlusu Prof. Dr. Cihat Ünlü, kadınların doğum sonrası cinsel ilişkiye, kendilerini hazır hissettiklerinde başlamasının hem kendileri hem de eşleri için olumlu sonuçlar doğuracağını söyledi.

Çiftlerin doğumdan sonra yeniden sekse başlarken, birbirlerine gösterdikleri anlayış ve uyum (özellikle erkeğin) çok önemli. Prof. Dr. Ünlü, doğum sonrası kanama tümüyle kesilmeden önce ilişkide bulunmanın doğru olmadığını belirtiyor. Genel olarak vajinanın iltihaptan koruyucu ortamı, kanama sırasında etkileniyor. Mikroplara karşı koruyuculuğu azalıyor. İlişki için kanamanın bitmesini beklemek gerekiyor. Bu sayede iltihaplı hastalıklardan korunmak mümkün olabiliyor.

Emzirirken Nasıl Korunmalısınız?

Emzirme döneminde korunma hakkında bilgi veren Prof. Dr. Cihat Ünlü, ister sezaryen, ister normal olsun; doğumlardan sonra vücudun toparlanması için en az bir yıl süre ile yeni bir gebelik önermediklerini söylüyor. Çünkü ancak bir yıl içinde vücut tam olarak kendini toparlayabiliyor. Prof. Ünlü, emzirme sırasındaki korunma yolları hakkında şu bilgileri veriyor:

• Bebeğinizi emzirmeniz, doğumunuz sonrası 3 aya kadar hamilelikten korunmanızı sağlar. Bu süre sonunda da koruyuculuğu azalarak devam eder, çünkü "ovulasyon (yumurtlama)" genellikle üçüncü aydan sonra başlar. Beş ve altıncı aylardan sonra normal periyoduna döner.
• Spirali doğumdan sonraki ilk adet kanamanızdan sonra takılabilirsiniz. Eşinizin prezervatif kullanması da, doğru şekilde kullanıldığı zaman koruma sağlar.
• Spiral ve prezervatif yöntemlerini kullanamayan kişilere "üç aylık depo progestinler" yapılabilir. Sütünüze zararı yoktur. Tam olarak 90 gün süreyle korunma sağlar, bu sürenin sonunda tekrar yapılması gerekir.
• Üçüncü ayınızdan sonra uzun etkili, cilt altı implantlarını (progesteron içeren) kullanmanız da alternatif bir yöntemdir.
• Klasik doğum kontrol hapları hem östrojen hem de progestinleri içerir. Emzirme döneminizde doğum kontrol hapları kullanmanızı önermiyoruz.
• Doğumunuz sonrası artık kesinlikle yeni bir çocuk istemiyorsanız ve 35 yaşın üzerindeyseniz "tüplerin bağlaması (ligasyon)" işlemi yaptırabilirsiniz.
• Tüp ligasyonu işlemi ise, sezaryenle doğumunuz gerçekleşirken, önceden işlem için rızalarınızı alınarak, ameliyatınız sırasında yapılabiliyor. Tüplerin bağlanması durumunda, geriye dönüş yok denecek kadar az olduğu için bebek istememe konusunda kesin kararlı olmalısınız.
• Diğer doğum kontrol yöntemleri; cervical cap, vajen içi fitil ve kremler, geri çekme yöntemleri (coitus interruptus) ise koruyuculukları daha az olan yöntemlerdir.

Kadınların Seksteki En Hassas Bölgeleri...

İnsan gövdesindeki cinsel uyarı bölgeleri ya da başka bir deyişle cinsel uyarıya yatkın bölümler yalnızca üreme organları değildir. Erkeklerde de, kadınlarda da az ya da çok uyarılabilecek nitelikteki en büyük organ tüm gövdeyi kaplayan deridir. Kadınlar okşanmaktan, masaj yapılmasından çok hoşlanırlar. Bu hassasiyet, özellikle sevişmenin ilerleyen anlarında orgazma katkıda bulunabilecek düzeyde olabilir.

Klitoris: Kadında klitoris, erkekteki penisin karşılığıdır. Uyarıya çok yatkın olup, dokunmaya oldukça duyarlıdır.
Büyük dudaklar (Labia Majora): Erkeğin testis torbalarını andırır. Kadının cinsel duygularının uyanmasında önemli bir rol oynamaz.
Küçük dudaklar (Labia Minora): Küçük dudakların iç bölümleri, dokunmaya karşı son derece duyarlıdır.
Vajina: Cinsel ilişkide, her iki taraf içinde en duyarlı bölgelerindendir.
Göğüsler: Kadınlarda memeler dokunmaya karşı duyarlıdırlar. Ritmik bir basınç ve uyarı hareketi cinsel duyguların çoğalmasını sağlayabilir. Özellikle meme uçları, klitoris kadar duyarlıdır.
Ağız: Dudaklar, dil ve ağzın diğer bölümleri, en az cinsel organlardaki kadar cinsel duyu bulunmaktadır.
Bacaklar: Bacakların iç bölümleri, cinsel uyarıya karşı keskin bir tepki gösterirler.
Diğer hassas bölgeler: Gözler, kulaklar, ense, boyun, koltuk altları, göbek, karın, bel, sırt, kasıklar, göğsün iki yanı ve bunların çevresindeki bölgelerdir.

Doğumdan Sonra Sekste Yavaş Hareket Edin

Acıbadem Kadıköy Hastanesi’nden Psikiyatri Uzmanı Dr. Y. Özay Özdemir ise, doğumdan sonra sekste dikkat edilecek konular hakkında şu önerilerde bulundu:

• Doğum sonrasında, bedeninizde ortaya çıkan değişimler konusunda eşinizi de bilgilendirin. Özellikle ilk üç ay vajinal mukoza (vajina içi derisi) daha ince ve hassastır, vajinal ıslanma, doğum öncesine göre daha az olabilir.
• Cinsel birliktelik sırasında vajinal ıslanma ve vajinal açılma, doğum öncesine göre daha uzun sürede gerçekleşebilir.
• Cinsel birleşme odaklı, kısa süreli cinsel ilişkiden kaçının. Birleşme öncesi cinsel oyunlar için daha uzun zaman ayırmaya gayret edin. Özellikle doğum sonrası ilk üç ay, bedensel duyumlara odaklanan, sıralı sevişme uygulamaları yapın.
• Birbirinize, sırayla (önce bedenin arka yüzü sonra ön yüz) dokunma çalışmaları yapın. Önce yalnız cinsel organlar dışında kalan kısımlar, daha sonra cinsel organların da dahil olduğu tüm bedene dokunuşlar uygularken hemen cinsel doyuma ulaşmayı hedeflemeyin.
• Cinsel birleşme için sizin de aktif olabileceğiniz pozisyonları tercih edin ve cinsel ilişkiyi siz yönetin. Cinsel birleşmeyi gerçekleştirmek konusunda yoğun endişe duyuyorsanız, birleşme girişimi sırasında acı hissi ve ağrı duyumsarsanız, ilişkiyi sürdürmekte ısrarcı olmayın.
• Doğum sonrası, yine özellikle üçüncü aya dek, cinsel doyum (orgazm) sırasında gerçekleşen kontraksiyonlar (cinsel bölge etrafında hissedilen kas kasılıp gevşemeleri) daha az sayıda ve daha az yoğunlukta olabilir.
• Eşler (erkekler) de doğum sonrası süreçte karmaşık duygular içinde olabilirler. Bir yanda “bir ebeveyn olmanın” yaşattığı duygular, diğer yanda gebelik ve doğum nedeniyle çeşitli değişimler yaşamakta olan eşin durumu arasında bocalayan kocalar. Tüm bu yaşananların etkisiyle onların da cinsel tepkilerinde değişiklikler olabilir. Cinsel açıdan uyarılmakta veya o zamana dek bir sorun yokken boşalmayı (ejakülasyon) kontrol etmekte zorlanabilirler.

5 Şubat 2016 Cuma

Çocuğunuz Olmuyorsa Tiroit Hastası Olabilirsiniz!

Erkeklere göre kadınlarda daha fazla görülen tiroit bezinin düzgün çalışmaması, vücut savunma sistemini bozuyor, kadın üreme sistemine saldırıyor, gebe kalmayı engellediği gibi, gebe kalındığında düşüğe bile sebep olabiliyor.

Avrupa Tüp Bebek ve Kadın Sağlığı Merkezi Doktorlarından Op. Dr. Serhat Partalcı; çocuk isteyen çiftlerin düzenli ilişkiye girmelerine rağmen çocuk sahibi olamıyorsa mutlaka tiroit bezlerinin iyi çalışıp çalışmadığını kontrol ettirmesi gerektiğini belirtiyor. Kadınlarda beyin ve tiroit ile yumurtalık arasında, erkekler de ise beyin ve tiroit ile testis arasında bir ilişki olduğu yönünde bilimsel kanıtlar olduğunu söylüyor.

Tiroit hastalıklarının kadınlarda adet düzenini ve yumurtlamayı bozduğunu ve gebe kalmayı önleyebildiğine değiniyor.  Tiroit hormonlarının vücudun hemen her hücresinin işlevi için gerekli olduğunu, ister diğer hormonların yapımı olsun, ister hücre büyümesi ve çoğalması olsun metabolizmanın normal çalışması açısından vazgeçilmez hormon olduğunun altını çiziyor.  Besinlerden alınan iyodu kandan çekerek gerekli hormonları üreten tiroit bezlerinin normalin dışında hızlı veya yavaş çalışmasının sorun yarattığına, hastalık belirtilerinin tetkiklerden önce anlaşılabildiğine dikkat çekiyor.

Belirtileri Nelerdir?

Hipertiroidi denilen, tiroit bezlerinin hızlı çalışması; iştah artışına rağmen kilo kaybı, sinirlilik, çabuk yorulma, terleme, sıcağa tahammülsüzlük, çarpıntı, ishal veya sık dışkılama, kas güçsüzlüğü, ellerde titreme, bakışlarda şaşkınlık veya korku ifadesi, göz kapağının yukarıya doğru gerilmesi ve göz kapağında şişme, göz kürelerinin öne doğru fırlaması gibi belirtiler görülebilir.

Hipotiroidi de ise, tiroit bezlerinin yavaş çalışması halidir; halsizlik, çabuk yorulma, hareketlerde yavaşlama, kalp atışlarının yavaşlaması, uyku eğiliminin artması, soğuğa dayanıksızlık, ses kalınlaşması, yavaş ve kısık sesle konuşma, ciltte kalınlaşma, kuruluk ve saç dökülmesi, kaşların kenarlardan dökülmesi, kabızlık, terleme azlığı, yüz ve göz kapaklarında şişkinlik şeklinde belirtiler görülebilir.

Karadeniz Bölgesindekiler Dikkat!

Op. Dr. Serhat Partalcı; iyot eksikliğinden kaynaklanan bu rahatsızlığın besinlerle doğrudan bağlantılı olduğunu ve iyottan yoksun bölgelerde yetiştirilen sebze ve meyvelerde, hayvanların etinde iyot miktarının az olduğuna değiniyor. Özellikle Türkiye’nin Karadeniz Bölgesinde iyot miktarının düşük olduğuna ve burada kimyasal olarak iyodu yok eden karalahananın, bol tüketilmesinin tiroit hastalıklarının çoğalması açısından önemli bir etkisinin olduğuna dikkat çekiyor.

Dünyada troit bezleri problemini suya, ekmeğe ve süte iyot katarak çözen tek ülkenin ABD olduğunu belirten Op. Dr. Serhat Partalcı, Türkiye’de de bu uygulamanın başlatılmasının önemli olduğuna değiniyor. İyot bakımından yüksek deniz ürünlerinin tüketilmesini, iyotlu tuz kullanılmasını, özellikle Karadeniz bölgesinde iyotlu tuzun pişen yemeğe ilave edilmesini, yukarıdaki belirtilere sahip kişilerin mutlaka uzmana başvurmasını öneriyor.

4 Ağustos 2013 Pazar

Otuzlu yaşlarda cilt sağlığı için dikkat

Hayatın dönüm noktalarından olan otuzlu yaşlarda; yılların izleri yüzümüzde belirmeye başlar. Bu durumda panik yapmak yerine, bazı önlemler alarak ve doğru bakım yöntemleri uygulayarak, yaşlılık izlerine dur diyebilirsiniz!


Yaşlanmayı geciktirmek için antiaging ürünlere başlayın, antioksidan içerikli kremler kullanın. Geceleri meyve asidi içerikli kremler sürmeden uyumayın! Erken kırışıklıkların yerleşmesini peelingle durdurun, sarkan cildinizi mezoliftingle toplayın… Medical Park Bahçelievler Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Gökhan Okan; hem ruhsal hem de fiziksel açıdan önemli bir dönüm noktası olan otuzlu yaşlardaki cilt bakımının püf noktalarını anlattı.

Ruhu da etkiler cildi de
Otuzlu yaşlar; hayatın önemli bir dönüm noktası. Hayatın sorumlulukları bu yaşlarda artar; yoğun iş temposu, evlilik düzeni ve çocuk yetiştirme arasındaki dengeyi düzene koymak için zorlu bir mücadele verilir. Dönüm noktasının olduğu otuzlu yaşlarda yaşlanma belirtileri de görülmeye başlar.

Ciltte birtakım değişiklikler gözlenir. Ancak alınacak bazı önlemlerle yaşlanma süreci geciktirilip, kişinin kendisini daha iyi hissetmesi sağlanabilir; bu ruh hali hayata karşı daha güçlü mücadele verilmesine de katkı sağlar.

Cildiniz kurur korkmayın
Ergenlik dönemi boyunca devam eden yoğun yağlanma ve akne sorunu ilerleyen yıllarda azalmaya başlar, cildin yağ salgısı ve nem salgısında azalma görülür. Bu da otuzlu yaşlarda, kişilerin daha az yağlı ve daha nemsiz bir cilde sahip olmasına neden olur.

Ergenlikteki güneş olgunlukta leke demek
Cilt lekeleri kendini gösterir
Ergenlik döneminde bilinçsizce yoğun güneşe maruz kalınması bu yaşlarda ciltte etkisini gösterir. Kılcal damar genişlemeleri, cilt lekeleri belirmeye başlar. Ergenlik döneminde solaryuma girenlerde bu sorunlar daha belirgin olarak gözlenir. Yaşa bağlı olarak ciltte kollajen ve elastin salgısında azalma başlar ki
kırışıkların başlamasının ana nedeni bu maddelerin azalmasıdır.

Doğru ürünleri seçin
Otuzlu yaşlara merhaba diyenler, öncelikle kullanmış oldukları günlük bakım ürünlerine dikkat etmeliler. Cilt yapısına uygun olan bir temizleyiciyle cilt temizlendikten sonra, nemlendirici kullanılmalı. Yağlı cilt yapısına sahip olanlar, cildi kurutucu bir temizleyici tercih etmeli. Kuru cildi olanların da deriyi kurutmayan bir ürünle ciltlerini temizlemeleri gerekir. Tonik tarzı ürünler kuru cilde sahip olan kişiler önerilmezken, yağlı cildi olanlara tonik kullanımı uygun olur.

Şimdi antiaging zamanı
Kreminiz koruyucu olsun
Kullanılacak nemlendiricinin yağlı cildi olanlarda hafif olmasına, kuru cilde sahiplerde ise yoğun yağ ve nem içermesine önem gösterilmeli. Nemlendiricide güneş koruyucu bulunması, güneşten kaynaklanan lekelerin tedavisi açısından faydalı olur.

Antioksidan kremi iyi gelir
Yaşlanmayı geciktirmek amacıyla kullanılacak antiaging ürünlerde; vitamin C, vitamin A, koenzim Q ve meyve asidi içermesine önem verilmeli. Otuzlu yaşlar, bu ürünlerin kullanılmasına başlanması açısından uygun bir zaman. Özellikle düzensiz beslenen, sigara içen ve yoğun stres altındaki kişilere antioksidan içerikli kremler önerilir.

Ölü cilt için meyve asidi
Geceleri meyve asitli krem
Meyve asidi içerikli kremler ciltteki ölü tabakanın atılmasını kolaylaştırmanın yanında cilde parlaklık da kazandırır. Özellikle gece kullanımları tavsiye edilir. Gündüz kullanılacaklarsa da, arkasından güneş koruyucu sürülmeli. Göz çevresinde erken yaşlanma belirtilerinin hafifletilmesi amacıyla dermokozmetik
ürün kullanıma başlanmalı.

Kırışıklıkları durdurun
Otuzlu yaşlar peeling uygulamaları için çok uygun bir zaman. Peeling hem oluşmaya başlayan erken kırışıklıkların yerleşmesini durdurur, hem de ciltte bulunan lekelerin tedavisini sağlar. Özellikle derin yerleşimli olduğu düşünülen lekelerde peeling işlemi, krem tedavisiyle birlikte iyi bir tedavi yöntemi.

Peelingle yıllara meydan okuyun
Peelinginiz de meyveli olsun
Peelingin üst tabakadaki hücrelerin soyularak atılmasını ve alttan sağlam canlı deri gelmesini sağlar. Peeling iki ya da üçer hafta arayla dört ile altı seans arasında yapılır. Peeling işlemi için kullanılacak asidin gücü, kişinin cilt yapısı ve mevcut olan soruna göre belirlenir.

Güneşten korunun
Peeling sonrası ciltte kızarıklık, hafif kabuklanma, kepeklenme gibi bulgular gözlenebilir. Bu bulgular birkaç günde nemlendiriciler ile hafifler. Peeling sonrası yeni gelen deri güneşe karşı çok hassas olacağından, güneşten korunmak çok önemli. Güneş koruyucu kullanımına tedavi sonrası da devam edilmeli.

Mezoliftingle gençleşin
Sarkan cilde neştersiz önlem
Otuzlu yaşlarda ciltte görülmeye başlanan sarkma, elastikiyet kaybı ve kırışıklıklar, mezolifting ile tedavi edilebilir. Cildi yenileyen antioksidanlar, vitaminler ve mineraller, cilde nem kazandıran hyarülonik asit maddesi minik iğnelerle cilt altına enjekte edilir. Cilt nemlenmiş, parlak görünüm kazanmış ve yenilenmiş olur. Ortalama 4-6 seans, 2-4 haftalık aralıklarla uygulanır.

Boynunuz da kuğu gibi olsun
Yüz dışında boyun, dekolte bölgesi ve eller mezolifting uygulanabilen diğer alanlardır. Ağrısı minimal olduğu için uygulama öncesi lokal anestezik krem uygulanması yeterli olur. Mezoliftingin yan etkisi yok denecek kadar az.

Botoksla çizgilerin yerleşmesini engelleyin
Çizgiler kader değil
Otuzlu yaşlarda hafif belirmeye başlayan çizgiler botulinum toksini ya da bilinen ismiyle botoks işlemiyle tedavi edilir. Bu yaşlarda yapılacak botoks, çizgilerin yerleşmesini engeller. Özellikle yüzün üst kısmı ve göz çevresinde bulunan çizgilerinin ortadan kalkmasında faydalı olur.