BREAKING NEWS
latest
Yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Aralık 2020 Cumartesi

Koronavirüs korkutmadı! Yaşlılar neden dışarıda?

Yaşlılar yasak tanımıyor!

"EVDE KAL" çağrına neden aldırış etmiyorlar?

Koronavirüs salgını özellikle yaşlı nüfus için hayati tehlike yarattığı için 65 yaş üzerinin sokağa çıkması sınırlandırıldı. Ancak yasaklar ve para cezaları bile bazı yaşlıları evde tutmaya yetmedi. İçişleri Bakanlığı'nın sokağa çıkmalarına kısıtlama getirmek zorunda kaldığı yaşlılar neden böyle davranıyor? Salgının ölümcül etkilerini niçin umursamıyorlar? Maltepe Üniversitesi'nden Doç. Dr. Figen Karadayı, yasak dinlemeyen yaşlıların içinde bulundukları ruh halini ve evde kalmalarını nasıl sağlamak gerektiğini anlattı.

Küresel koronavirüs salgınında daha fazla can kaybını önlemek ve risk grubundakileri korumak için geniş çaplı önlemler alınıyor. En çok risk altında olanlar 65 yaş ve üzerindekiler olmasına rağmen Türkiye; yaşlılarını evde tutmakta zorlanıyor. Sosyal mesafe kuralı ve "Evde Kal" çağrılarına uymayan yaşlılar; İçişleri Bakanlığı 81 ile gönderdiği genelge ile uygulamaya başladığı sokağa çıkma yasağını da dinlemiyor. Sokaklar, parklar yaşlılarla dolup taşıyor.

Peki ama her zaman kurallara uymamız için bizleri uyaran büyüklerimiz neden böyle davranıyorlar? Maltepe Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. E. Figen Karadayı bazı yaşlıların neden kendilerini tehlikeye atıp ısrarla dışarıya çıkmak istediklerini ve kendi sağlıkları için evlerinde kalmalarına nasıl ikna edilebileceklerini anlattı. Doç. Dr. Karadayı'ya göre yaşlı, kimsesiz, okuyarak veya çalışarak vakit geçirme olanağından yoksun kimselerin dışarıya çıkmakta ısrar etmelerinin en önemli sebebi; yalnızlıkları… Özellikle eğitim düzeyi düşük yaşlıların toplulukçu bir kültürün bireyleri olarak daha çok birbirleri ile konuşarak ve dışarıda dolaşarak vakit geçirme alışkanlıklarının olması ve evde başka oyalanacak etkinliklerinin bulunmamasının en önemli neden olduğunu söyleyen Karadayı, "Eğitim düzeyi yüksek olanlar evde internet ortamında ve sosyal medya ile oyalanıp güzel vakit geçirebilirken bu grup böyle olanaklara sahip değil" dedi.

Yalnız ve tek bir birey olarak yaşamın hakim olduğu batı toplumlarında evde tek başına oturup oyalanmanın daha kolay olduğunu dile getiren Karadayı, Türkiye gibi toplu yaşamayı seven kültürlerde bunun daha zor olduğuna dikkat çekti ve evlerdeki yaşamın onlar için nasıl daha eğlenceli hale getirilebileceği üzerine düşünmek gerektiğini söyledi.

"TEHLİKENİN FARKINDA DEĞİLLER"

Doç. Dr. Karadayı'ya göre, sokağa çıkmanın önlenememesinin en önemli sebeplerinden birisi de yaşlıların yaşamlarının tehdit altında olmadığını düşünmeleri… "Sorunun ciddiyetine içten inanmıyorlar" diyen Karadayı, mesajların bu kesimin özellikle dikkate aldığı kişiler tarafından, yüz yüze verilmesi gerektiğini söyledi. Karadayı, "Kimden geldiğine göre kuralı kabul eder veya etmez. Etkin olan, sözü dinlenen kişiler çevresindeki yaşlıları ikna etmeli" dedi. Karadayı şöyle devam etti..

"Yaşlıların büyük kesimi internet kültürüne alışmadı. Yüz yüze etkileşim çok önemli. Telefon ya da internetten mesajla çağrıya yanıt vermeyebilirler ama akraba, tanıdık vasıtasıyla aldıkları bilgiyi doğru kabul edebilirler. Bu nedenle 65 yaş üzeri yaşlılarımıza; yakınları, akrabaları, arkadaşları yoluyla yaklaşmak ve ikna etmek daha başarılı sonuçlar verebilecektir. Özellikle çocuklar, dışarı çıkmakta ısrar eden anne-babalarına salgının kendileri ve temasta bulunacağı kişiler için nasıl bir tehlike yaratabileceğini açık ve net şekilde anlatmalılar, yaşlıları takip etmeliler."

"BANA BİRŞEY OLMAZ''

Belirli bir yaşa gelmiş bazı yaşlıların ayrıca bir yaşam değeri olarak kaderciliğe inanması yada "bana bir şey olmaz" inancının da önemli rol oynadığını söyleyen Doç. Karadayı, "Evde mutsuz olmaktansa dışarıda risk almayı seçiyor. Zaten risk olduğuna da inanmıyor" dedi.

Her alt kültürel grubun farklı nedenleri olduğunu da vurgulayan Doç. Karadayı, "Bana bir şey olmaz kaderci anlayışı sadece yaşlılarda değil, gençlerde de var. Gençler de umursamaz davranıyor. Ama burada önemli olan 'başkasına vereceği zararı önemsememe' duygusudur. Bir farkındalık oluşmamış" dedi.

"SOKAĞA ÇIKMALARININ ÖNÜNE GEÇİN"

65 yaş üzeri yaşlıların büyük çoğunluğunun teknolojiyi kullanma konusunda yetkin olmadığını söyleyen Karadayı, "Temel ihtiyaçları karşılama açısından evde kalabiliyorlar ama özel ihtiyaçlarına sıra gelince uymayabiliyorlar. Fatura, kredi kartı ödeme gibi özel işlemleri için de bankaya gitmek gerekiyor. Her evde bu işleri yapacak gençler de yok! Alışveriş yapmak başta olmak üzere birçok ihtiyaçları var. Daha bilinçli önlem alan yaşlılar için daha bilinçli uygulamalara fırsat tanınması gerekmektedir. Bunları çözecek bir dayanışma olmalı ki sokağa çıkmalarının bu anlamda da önüne geçilsin" dedi.

Öteki kadınları anlayabilmek

Başımıza gelmemiş olsa bile çevremizden mutlaka kulağımıza çalınmıştır; komşumuzun, arkadaşımızın ve hatta kardeşimizin kocasının hayatındaki ÖTEKİ KADINLAR!!! 

Toplum, aile, ahlaki değerler adı artık her neyse red etsede bu tür ilişkileri, yaşamları maalesef tanık olur ya da duyarız.

Başkasına ait bir erkek, bir çocuğa ait baba hangi sebeple paylaşılmaya cürred edilir. Aşk mı? Tutku mu? Sevgi mi? Hangi sebeptir ki, sizi toplumdan, ailenizden, değer yargılarınızdan soyutlasın ve sizi bir erkeğin gizlediği, meşrulaştırmadığı utanç gibi yaşamasına izin versin!

Hangi şartlardır ki, tanrının annelik gibi bir lütufla şereflendirdiği kadını basiretsiz ve onursuz bir hale getirsin. Kadın olarak düşündüğüm zaman içimi hem büyük bir öfke hem de bir hüzün kaplıyor. Çünkü toplumda bizler, ÖTEKİ KADINLARI eleştirirken onun kadar suçlu olan erkeği her nedense temize çekmek için bir sürü bahaneler buluruz. Öyle ya dişi kuyruk sallamazsa erkek dönüp bakamaz değil mi? Ya da o erkektir yapar...

Peki onun yapması neden bu kadar meşrudur? Namus bacak arasında ise erkekte aynı namusu taşımıyor mu? Dürüst, doğru, güvenilir olmak için; birini aldatmamak, yalan söylememek gerekiyorsa neden, en kutsal birlikteliğe, ailene-eşine -babalığına, çocuğuna yalan söyler, ihanet eder insan? Bunun adı aşktır ya da o anda bulunan başka bir sebep.

Zaten hep bir bahanesi vardır erkeğin aldatmak için; ya sevgi kalmamıştır (bu da saygısızlığa sebep mi tartışılır) ya karım eskisi kadar kendine bakmıyor. Bazen karısının annesidir problem:) hatta kimi zaman çocuktur sorun (çocuklara ayırdığın zaman kadar bana zaman ayırsaydın...). Bu sebepler uzar, o anki ortama göre amaç kendini haklı çıkarmak belkide vicdanını rahatlatmaktır. Ama hiç düşünmez, en son ne zaman karısına sevdiğini söylemiş, ona şık görünmek için rejim yapmış mıdır acaba?:) Bunları sormaz kendine yalnızca ister ve bekler...

Ve gelelim ÖTEKİ KADINLAR a bu tür erkekler cesur olsalar, aşk diye tabir ettikleri bu ilşkilerine ve ortakları olan bu kadınlara meşru yaşama hakkı tanıyarak sahip çıkmazlar mıydı? Saygı duysalar, gizlediği ve toplumun ötelediği sınıfta yaşamaya mecbur ve devam etmezlerdi. Sonuçta sınıfı ne olursa olsun sömürülen hep kadın :(.

Aslında düşünüyorumda ÖTEKİ KADINLAR, her zaman yuva yıkan , üvey anne adayı olan insanlar olmayabiliyor . İlişkilerinde birlikte oldukları erkeği zor duruma sokmamak için bu erkeği ve evliliğini tek başına sırtlanıyorlar.

Erkeğin dinlendiği gizli bir liman olmak adına kendi hayatılarından ödün veriyorlar. Erkek sözde onda bulduğu huzurdan sonra deşarj  olmuş olarak, reel hayatına, eşine ve yuvasına sevecen bir aile babası olarak geri dönüyor. Mutlu olmak adına bir kadının hayatıda bu şekilde sömürülüyor işte. Evinde belki de, ne sevigilisi var aklında karısının gözlerine bakarken ne de o limanı:). Nasıl olsa yaşadığı bu yasak ilşkiyi deşifre etmemek için o kadın kendinden daha dikkatli olmalı! Erkek yırtar bir şekilde çıkar işin içinden:).

Dilek YAKA
Bu hasas davaranışta da beyfendi tercih yapmak zorunda kalmayacak iki hayat iki kadına arasında:). Tabi ki işler her zaman yolunda gitmez, bazen dişli , bencil bir ÖTEKİ KADIN erkekeğin tüm planlarını alt üst eder hayatı ve mahvettiği diğer hayatlar gibi...

Sözün özü  biz kadınlar anne, eş, çalışan kadın olarak hayatı omuzlamışken birde erkeğin lüks arzuları ve  nefsinin şımarıklığı için hayatımızı ÖTEKİ KADIN sıfatıyla bu insanlara meze etmemeliyiz. Kadın olmaya ve verilen asilliğe gölge düşürmeden onurun insan yaşamında kaybedildiği zaman kazanılması imaknsız tek varlığı olduğu gerçeğini aklımızdan çıkarmamalıyız...

* Dilek YAKA

© Copyright, Sağlık TV özel haberidir, izinsiz kullanılamaz.
Yazarımıza mail atmak için tıklayınız.,

Pet şişe kanser yapmaz, kahve korur!

Birçok kişi midede ekşime ve şişkinlikten şikayet eder ancak çok fazla ciddiye almaz. Aslında mide kanseri buna benzer belirtilerle geliyorum der. İstinye Üniversitesi Liv Hospital Bahçeşehir Gastroenteroloji Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ümit Koç, mide kanseri ile ilgili doğru bilinen yanlışları anlattı.

Mide kanseri erkeklerde akciğer, kolon ve prostat kanserinden sonra 4. sırada, kadınlarda ise meme ve akciğer kanserinden sonra 3. sırada görülen bir sindirim sistemi hastalığıdır. Daha çok 50-70 yaşları arasında ve erkeklerde görülür. Mide kanseri yüzde 80 civarında hiç belirti vermeden de ilerleyebilir, hazımsızlık, şişkinlik, bulantı, kusma, iştahsızlık ve karın ağrısı şikayetlerine de yol açabilir.

Peki, genetik faktörler dışında neler mide kanserine yol açar? Pet şişeler, damacana suları, kahve-çay gerçekten zararlı mı? Mide ilaçlarını ne kadar süre kullanmak gerekir? İstinye Üniversitesi Liv Hospital Bahçeşehir Gastroenteroloji Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ümit Koç, merak edilen tüm bu soruların yanıtlarını verdi.

BU BELİRTİLER VARSA DOKTORA GÖRÜNÜN

Mide kanseri çok çeşitli belirtiler vererek ortaya çıkar. Bu belirtileri erkenden anlamak ve gerekli tanı yöntemleri ile hastalığın varlığını belirlemek tedavide en büyük adımdır. Bu nedenle aşağıdaki belirtilerin varlığı önemlidir: Kronik kansızlık, istenmeyen ani kilo kaybı, iştahsızlık, erken doyma, halsizlik, midede ekşime, yanma, bulantı, kusma, yutma güçlüğü, karında şişkinlik. Kansere neden olan faktörler değiştirilemeyen ve değiştirilebilir faktörler olarak ikiye ayrılabilir. Yaş, genetik yatkınlık, cinsiyet gibi faktörler değiştirilemeyen faktörlerdir. Değiştirilebilir olanlar ise sigara, alkol, beslenme, çevre kirliliği gibi faktörlerdir.

Genetik yatkınlık, ileri yaşta ve erkek olmak gibi değiştiremediğimiz risk faktörleri mide kanserinde rol almaktadır. Bunların dışında mide kanseri oluşumunda sigara ve alkol başta olmak üzere beslenme alışkanlıklarımız, obezite, hareketsiz yaşam tarzı ve çevresel kirlilik gibi değiştirilebilir faktörler de etkilidir.

HER 10 KİŞİDEN BİRİNDE BU BAKTERİ VAR!

Mide, sindirim sisteminin bir parçası olduğundan beslenme alışkanlıklarımızın sonuçlarına doğrudan maruz kalan bir organdır. Yapılan çalışmalarda tuzlu beslenme, özellikle tuzlanarak saklanmış yiyecekler, tütsülenerek saklanmış yiyecekler, mangal gibi alevde çokça yanmış yiyeceklerin tüketilmesinin mide kanseri riskini artırdığı bilinmektedir. Yine çok sıcak içme ve yeme alışkanlığı da mide kanserinde risk oluşturur. İşlenmiş etleri çok fazla tüketme (pastırma, sosis, sucuk ve jambon) bu etlerde 'nitrozaminler' denilen kimyasal maddeler bulunduğundan mide kanseri riskini artırır.

Kanada'da yapılan bir çalışma, Helikobakter Pilori (HP) bakterisi taşıyan kişilerde kanser riskinin çok daha fazla olduğunu göstermiştir. Helikobakter Pilori, mide yüzeyine yerleşip gastrite neden olan bir bakteridir. Toplumumuzun yüzde 10'unda görülmektedir. HP enfeksiyonu olan kişilerin yüzde 1'inde mide kanseri geliştiği bildirilmiştir. Bu nedenle tedavisi önemlidir.

SALAMURA GIDALAR RİSKLİ!

Salamura gıdaları çok tüketmek de riski artırabilir. İnsan metabolizmasında hücrelerin oksijen kullanımı sırasında normal olarak aktif oksijen radikalleri dediğimiz moleküller oluşur. Bu moleküller antioksidan moleküller ile yok edilirler. Eğer yok edilemezlerse DNA yapısını bozarak kanser oluşumuna neden olabilirler. En güçlü antioksidan molekülller C ve E vitaminleridir. Antioksidanlar taze sebze ve meyvelerde, tahıllarda, baharatlarda ve çay, kahve gibi içeceklerde bol miktarda bulunur.

Kahve günümüzde çokça tüketilen içerisinde başta kafein, antioksidanlar olmakla birlikte yaklaşık bine yakın aktif madde bulunan bir içecektir. Birçok şekilde hazırlama yöntemi bulunmakta ve her yöntemde içerisindeki maddelerin etkinliği değişmektedir. Bu nedenle araştırmalarda bir standardizasyon yapmak zor olduğundan farklı sonuçlar ortaya atılmıştır. Günümüzde yapılan çalışmalarda kahve tüketiminin kansere yol açtığını söylemek yanlıştır. Tam tersine kahvenin kanserden koruyucu olduğunu gösteren çalışmalar olsa da, bunun ne derece doğru olduğu ileride çalışmalarda ortaya çıkacaktır.

ZARARLI DEMEK İÇİN 1 GÜNDE 60 DAMACANA İÇİLMELİ!

Plastik ambalajlarda, pet şişelerde ve damacanalarda Bisfenol A (BPA) maddesi üretim aşamasında kullanılmaktadır. Bu madde insan ve hayvan deneylerinde gösterildiği üzere yüksek dozlarda hormonal etkilere neden olabilmektedir. Ancak bu etkisinin ortaya çıkması için çok yüksek dozlarda alınması gerekir. Bu nedenle özellikle yeni doğanlarda en kötü durum senaryosu göz önüne alınarak biberonlarda kullanımı yasaklanmıştır. Ancak Hacettepe Üniversitesi Gıda Araştırma Merkezi'nde polikarbonat damacana ambalajları ile ilgili yapılan araştırma sonuçlarına göre Bisfenol A (BPA) maddesi, tabiatta her yerde vardır. Bu maddenin insan sağlığına zarar veren hale gelebilmesi için damacanaların 35 derece sıcaklıkta 60 gün süreyle bekletilip, bir kişi tarafından günde en az 60 adet damacananın içilmesinin gerektiği belirtilmektedir.

Pet şişe üretiminde kullanılan bir diğer madde ağır metal olan antimondur. Bu madde pet şişelerdeki su içerisinde çözünebilmekte ve insan vücuduna geçebilmektedir. Antimon bileşikleri doğada da olan bir ağır metaldir. Yapılan çalışmalarda ısıya maruz kalmış pet şişe içerisindeki sudaki miktarı ısı ile artmaktadır. Ancak güvenli miktar olarak belirlenmiş sınırı geçememektedir. Şimdiye kadar yapılan çalışmalarda plastik şişeler içindeki suların insan sağlığına zararlı etkileri olduğunu gösteren etkili bir kanıt bulunamamıştır. Cam şişe, içindeki su ile etkileşimi en az olan bir maddedir. Ancak cam şişelerin dezenfeksiyonu daha zordur. Bu nedenle bakteriyel enfeksiyona yol açmamak için dikkatli bir biçimde kullanmadan önce dezenfekte edilmelidirler.

MİDE İLACINI 5 YILDAN FAZLA KULLANMAYIN

Mide koruyucu olarak günümüzde kullanılan en etkin ilaçlar proton pompa inhibitörü (PPI) olarak adlandırılan ilaçlardır. Bu ilaçlar reflü ve gastrit tedavisinde mide asit salgısını azaltmak amacıyla kullanılır. Mide asidinin yok edilmesi midede olmaması gereken bakteriyel çoğalmaya sebep olabilir. Bu ilaçların mide kanserine neden olduğunu söylemek için daha fazla çalışmaya gerek vardır. Yine de 5 yıldan uzun süre kullanılması önerilmemektedir.

Mide kanseri tedavisi günümüzde mümkün olan bir hastalıktır. Buna rağmen teşhis konulan ve tedavi edilen mide kanserli hastaların yüzde 50'sinin tedavisi başarısız olmaktadır. Bunun en büyük nedeni ise tanının geç konmasıdır. Her kanserde olduğu gibi mide kanserinde de erken tanı ile yüksek tedavi başarısı sağlanabilmektedir. Bu yüzden özellikle 40 yaşından sonra, mide kanseri ile ilgili bulgular olmasa bile endoskopi ile mide iç yüzeyi incelenmelidir.

23 Kasım 2018 Cuma

'Mutsuzum' diyen köy tavuğu yesin!

Çağın vebası haline gelen depresyon birçok hastalığı da tetikliyor. Peki, bununla nasıl savaşabiliriz? 

Medical Park Gebze Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hatice Sultan Kirişci sinire, mutsuzluğa iyi gelecek besinleri anlattı, "Beslenmenizde yapacağınız küçük değişikliklerle depresyon belirtilerinizin azaldığını göreceksiniz" dedi.

'Mutluluğa giden yol mideden geçiyor' desek pek de yanlış olmaz. Çünkü depresyon ile beslenme orantılı bir şekilde ilerliyor. Bazı insanlar depresyona girdiğinde yemeden içmeden kesilirken bazıları da normal zamana göre 3-4 kat daha fazla abur cubura yöneldiklerinde rahatladıklarını düşünürler. Her iki durumda da beslenmenizde yapacağınız küçük değişikliklerle depresyon belirtilerinizin azaldığını göreceksiniz.

İŞİN SIRRI 'B' VİTAMİNİNDE…

Medical Park Gebze Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hatice Sultan Kirişci, sizi ruhen ve bedenen rahatlatacak formüller verdi. İşte mutlu eden besinler:

Köy Tavuğu: İçerisindeki B6 vitaminini sayesinde mutluluk hormonu dediğimiz seratonin ve dopamin hormonunun aktif hale gelmesine yardımcı oluyor.
Elma: Elmanın İçerisinde bulunan B vitamini, fosfor ve potasyum sayesinde insan vücudunda zarar görmüş hücrelerin onarımına yardımcı oluyor. Bu sayede hücreler onarıldığı için depresyonu önlemede yardımcıdır.
Kuşkonmaz: Depresyonun etkilerinden biri olan düşük folik asit seviyesinin yükselmesine yardımcıdır.
Balık yağı: Yapılan çalışmalar depresyonda olan kişinin omega 3 seviyelerinin düşük olduğu gösteriyor. Beynin ve vücudun rahatlayabilmesi için omega 3 alımı çok önemlidir. Omega 3 en fazla balık yağında bulunur.

KAHVALTIDA EKMEK-REÇEL ENERJİYİ AZALTIR

Herkesin dilinde ve doğru olan bir klişe var ki, o da en önemli öğünümüzün kahvaltı olmasıdır. Kahvaltı uzun saatler aç kalmış olan vücudun beynin işlevini yerine getirebilmesi, kişinin gün içerinden daha aktif olabilmesine yardımcı olan en önemli öğündür. Eğer kahvaltıda şeker oranı yüksek; beyaz ekmek kızarmış patates, reçel, poğaça börek gibi besinler tüketirseniz, o anda mutluluk duyduğunuzu zannetseniz de kan şekeriniz anlık olarak hızla yükselirken, sonra aynı hızda da düşer. Kan şekerinde böylesine bir ani dalgalanma sonucunda hem kilo alımınız başlar hem de kan şekerinizde düşüş yaşadığınız için halsizlik, yorgunluk ve asabiyet oluşabilir.

TÜRK KAHVESİNİN YANINDA HURMA

Sürekli tatlı krizi yaşıyorsanız eğer gün içerisinde kan şekerinizde ani dalgalanmalara neden olacak şeker oranı yüksek besinleri kontrolsüzce tüketiyorsunuz demektir. Genellikle az az sık sık beslendiğiniz, yediğiniz besinlerin miktarını ayarladığınız ve en önemlisi kan şekerinizi birden yükseltip sonrasında düşürecek besinler tüketmediğiniz sürece tatlı krizi çok fazla yaşamazsınız. Genellikle şerbetli tatlılar yerine sütlü tatlıları gündüz vakitlerinde tüketmenizde fayda var. Ama aslında tatlı krizinizi kesmenize de yardımcı olacak en güzel besin hurmadır. Günlük ikindi ara örgünüzde şekersiz Türk kahvesinin yanında 3-4 adet hurmanın yanında ceviz, çiğ badem ya da fındıkla gönül rahatlığıyla tüketebileceğiniz bir ara öğün tercih edebilirsiniz.

RAHAT BİR UYKU İÇİN TARÇINLI SÜT İÇİN

Günlük beslenme planını oluştururken kişinin yaşam durumu, boyu, kilosu, fiziksel aktivite düzeyi, tahlil durumları gibi birçok parametreyi değerlendirdikten sonra önerilerde bulunuruz. Bazı kişiler günlük ara ve ara öğünlerle birlikte toplam 3-4 öğün tüketirken bazılarının günde 5-6 öğün tüketmesinde fayda vardır. Ne kadar öğün tüketirseniz tüketin, en son yapacağınız öğünün yatmadan 3 saat önce bitmiş olması gerekiyor. Yapacağınız ara öğünü genellikle hafif geçirmenizde fayda vardır. Örneğin, 1 porsiyon meyve, kepekli galeta, 1 avuç içi kadar leblebi tüketebilirsiniz. Daha hafif geçirmek istiyorsanız, 1 bardak tarçınlı süt, cacık, yoğurt ya da içine istediğinizi meyveyi katabileceğiniz meyveli bir yoğurt yapabilirsiniz.

22 Ekim 2017 Pazar

Güneşten D vitamini almanız önemlidir

D vitamini eksikliği basit bir kan tahliliyle saptanabilir. Eksiklik saptanması halinde mutlaka bir doktor kontrolü altında takviye D vitamini alımına başlanması gerekiyor.

D vitamini hakkında faydalı bilgiler veren Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Ece Aydoğ, D vitaminin yüzde 80'inin güneş ışınları ile açığa çıktığını, özellikle Mart-Ekim aylarının D vitamini açısından en etkin dönem olduğunu belirtiyor. Dr. Aydoğ "Bu aylarda koruma kremi kullanmadan her gün 10-15 dakika güneşlenmek gerekiyor" diyor.

"D vitamininin en bilinen etkisi kemik ve kas metabolizması üzerindedir. D vitamini, kuvvetli kemiklerin gelişmesi için böbreklerden ve bağırsaklardan fosfor ve kalsiyum emilimini düzenler." diyen Aydoğ, D vitaminin yüzde 80'inin ciltte meydana geldiğini belirtiyor. 

D vitamini nasıl oluşuyor?

D vitamini, kolestrol kökenli bir maddenin UV ışınlarına maruziyeti ile meydana geliyor. Bu kolestrol güneşe ışınlarına maruz kalıp D vitamini öncüsüne dönüştükten sonra önce karaciğerde sonra böbrekte olmak üzere iki yerde değişime uğruyor. En sonunda aktif D vitamini meydana geliyor. 

D vitamini dönüşümünde güneş maruziyetinin en önemli unsur olduğunu belirten Dr. Aydoğ, "Mart-Ekim arası, özellikle güneş ışınlarını dik geldiği 11-15 arasındaki saatler D vitaminin dönüşümü için en etkili dönem" diyor ve ekliyor: "Ancak bu saatler cilt kanseri için de en riskli saatler. Sadece 10-15 dakikalığına, koruma kremi kullanmadan, diz ve dirseklerden aşağısını güneşlendirmek yeterli. "

Dr. Aydoğ ayrıca esmer kişilerde D vitamini sentezinin sarışınlara göre daha yavaş olduğunu ve esmerlerin cilt özelliklerinden ötürü sarışınlardan 3-6 kat daha fazla güneşe maruz kalmaları gerektiğini belirtiyor. 

D vitamininin yüzde 20'si besin yoluyla alınıyor

D vitaminin yüzde 20'si ise besin yoluyla alınıyor. Özellikle kış aylarında D vitami açısında zengin somon, uskumru gibi yağlı balıklar, balık yağı, yumurta ve mantar tüketilmesi gerekiyor. 

D vitamini eksikliğinin yol açtığı hastalıklara gelince, eksikliği yetişkinlerde yaygın kemik ve kas ağrıları şeklinde kendini gösteren osteomalazi denilen bir kemik metabolizması rahatsızlığına, çocuklarda ise raşitizme yol açıyor. Süregelen yaygın kemik ve kas ve ağrılarında D vitamini eksikliğinden şüphelenmek lazım. 

Yapılan araştırmalarda fibromiyalji tanısı alanlar ve kronik bel ağrısı olan hastaların önemli bir kısmında D vitamini düzeyi düşük saptanmış. D vitamini eksikliğinin ileri aşamalarında, hastalarda kas kuvvetsizlikleri ve buna bağlı gelişen yürüyüş bozuklukları ve hatta kemiklerde kırılmalar dahi ortaya çıkabiliyor. 

D vitaminin vücutta kemik ve kas metabolizması dışında başka fonksiyonları da var. Kalp, beyin, meme, prostat gibi pek çok organda D vitamini reseptörleri bulunuyor. D vitaminin farklı organlar üzerindeki etkisi de yeni yeni keşfediliyor. Özellikle son dönemde kalp hastalıkları, diyabet, depresyon, bazı kanser ya da enfeksiyon türlerinde D vitamini eksikliği nedenler arasında sayılmaya başlandı.

Kadınlarda daha yaygın

D vitamini eksikliği kadınlarda daha yaygın. Doğum ve emzirme periyotlarının bunda etkili olduğunu belirten uzmanlar, özellikle doğum sonrası yaygın ağrılarla kendilerine başvuran çok sayıda hasta olduğunu kaydediyor. 

Ciltteki ve böbrekteki değişimler sebebiyle yaşlılar da bir diğer risk grubu. Özellikle D vitamininin denge üzerinde önemli derecede etkisi var ve yeterli düzeyde alınımı sağlanırsa düşmeler önlenerek kemiklerde kırık ihtimali azaltılabilir. 

D vitamini eksikliği basit bir kan tahliliyle saptanabilir. Eksiklik saptanması halinde mutlaka bir doktor kontrolü altında takviye D vitamini alımına başlanması gerekiyor. 

Kaynak: ekolay.net

Önemli kararlarınızı mutluyken alın

Mutsuz olduğunuzda sadece elinizde ne olduğunu, mutlu olduğunuzda ise gelecekle ilgili fırsatları görürsünüz. 

Bu bir mantra değil. Chicago Üniversitesi Psikiyatristi Aparna A. Labroo ve Georgia Üniversitesi Psikiyatristi Vanessa M. Patricky, yaptıkları bir araştırmada insanların içinde bulundukları durumun onların kararlarını nasıl etkilediğini belirledi.

Ruh hali deneyimleri
Psikiyatrist Labroo ve Patrick, kolej öğrencileri üzerinde iyi ve kötü ruh halinin onların kararlarını nasıl etkilediğini ve bakış açılarının ne olduğunu araştırdı. İlk adımda kolek öğrencilerine 10 tane iş listesi verildi. Listedeki işlerin yanına gülümseme ve asık surat işaretleri koymaları istendi. Belirtilen işaretlere göre kişiler gruplandırıldı. Onları mutlu ve mutsuz eden işler verildi. Bu sırada sınavın neden gerekli olduğu ve yaşamlarını nasıl etkilediği soruldu. Mutlu olanlar gelecekteki akademik kariyerleri için sınavın önemli olduğunu belirtirken, mutsuz olanlar neden sınav yapıldığını sorguladı.

Mutsuzken karar vermeye çalışmayın
Araştırma sonucunda insanların mutlu ya da mutsuz olmalarına göre olaylara olumlu ya da olumsuz yaklaştığı, mutsuz olanların o ana göre değerlendirme yaptıkları, mutlu olanların geleceği düşünerek değerlendirme yaptıkları görüldü.

Psikiyatrist Labroo ve Patrick, “insanlar içinde bulundukları durumu daha iyi değerlendirmek için anın dışına çıkıp resmin bütününü görerek olaylara pozitif bakmalılar. Negatif ruh hali ise gelecekle ilgili fırsatları görmeyi engelliyor, olumsuz kararlar alınmasına neden olabiliyor. Gelecekle ilgili kararlar alırken mutlu olduğunuz zamanları tercih edin” diye belirtti.

31 Ocak 2016 Pazar

Göğsünüzden Süt Geliyorsa Dikkat!

Göğsünüzden süt geliyorsa, adet düzensizliğiniz varsa bunu mutlaka önemsemelisiniz!

Meme uçlarından gelen uygunsuz sıvılar; kadınlık hormonu östrojen fazlalığından, ilaçlardan, stresten, beyin lezyonlarından, tiroid hormonu azlığından, kısırlığa sebep olan hipofiz adenomu gibi patolojik sebeplerden kaynaklanabiliyor. Göğüsten gelen bu sıvı genelde beyaz ya da renksiz olabildiği gibi bazı durumlarda sarı veya yeşil renkte olabiliyor ve bu durum kısırlığa neden oluyor.

Süt Üretim Hormonunuzun Seviyesini Biliyor musunuz?

Avrupa Tüp Bebek ve Kadın Sağlığı Merkezi Doktorlarından Op. Dr. Serhat Partalcı, daha çok süt üretiminden sorumlu olan prolaktin hormonunun fazlalığının kadınların üçte birinde adet gecikmesine, 1/3'ünde de memelerden süt gelmesine sebep olduğunu belirtiyor.

Bu durumun yumurtlama bozuklukları yaratarak kısırlığa neden olduğunu vurgulayan Dr. Partalcı, görme problemleri ve devamlı baş ağrısının yanı sıra, kadınlarda adet düzensizliği, göğüsten süt gelmesi ve gebe kalamama, erkeklerde ise sertleşme problemi ve cinsel istekte azalma şikâyeti olduğunda, prolaktin seviyesine baktırmanın çok önemli olduğunun altını çiziyor. Op. Dr. Serhat Partalcı; prolaktin yüksek olsa bile seviyesinin önemli olduğunu, kadınların yüzde  33’ünde adet görememe problemi yarattığından ve rahim iç yapısını değiştirdiğinden kısırlık oluşturduğunu aktarıyor.

Depresyon İlaçları Süt Üretim Hormonunuzu Yükseltebilir

Gebeliğin prolaktin seviyesini doğal olarak yükselttiğini belirten Op. Dr. Serhat Partalcı; normalin dışında aşırı egzersiz, göğüs travması, stres, böbrek yetmezliği, epilepsi krizi sonrası, hipotroidi, kullanılan ilaçlar ve özellikle depresyon ve estrojen ilaçlarının prolaktin seviyesini yükselttiğini kaydediyor.

Op. Dr. Serhat Partalcı; öncelikle prolatin yüksekliğinin sebebinin bulunması gerektiğini belirtiyor. Bu sebep hipotiroididen kaynaklanıyorsa bu hastalık iyileştiğinde kendiliğinden sorunun çözüleceğini söylen Op. Dr. Serhat Partalcı; ilaç tedavisine cevap vermeyen büyük adenom (beyin sapı selim tümörü) durumlarda cerrahi müdahaleye başvurulabildiğini sözlerine ekliyor.

6 Mayıs 2014 Salı

'10 Numara İnsan' Olmanın 10 Kuralı...

Uzmanlar, psikolojik açıdan sağlıklı bir insan olmanın 10 altın kuralını açıkladı. Narsisistik yapının son dönemlerde sık görülen bir ruhsal sorun olduğuna ve toplumu tehdit ettiğine vurgu yapan uzmanlara göre, "10 numara insan" olmak kişinin bunu içinde hissetmesine bağlı.

Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) Genel Başkanı Dr. Cem Keçe, narsisistik vakaların son dönemlerde tehlikeli bir artış gösterdiğine dikkat çekiyor. Özellikle erkeklerde daha çok görülen bu psikolojik sorunun çözümünün de mümkün olduğunu kaydeden Dr. Keçe şu bilgileri veriyor:

“10 numara insan olmak… Bunu hastamdan duydum. Diyor ki: ‘Ben 10 numara insan olmak istiyorum.’ Peki, nasıl olmak istiyor? Giydiği kıyafetleriyle, bindiği arabasıyla, makamıyla mevkisiyle, birlikte olmayı tercih ettiği karşı cinsin özellikleriyle, koluna taktığı pahalı saatiyle veya insanların onun için sarf ettiği hayranlık ve takdir dolu sözlerle 10 numara insan olmaya çabalıyor. Ama 10 numara insan olmayı içinde hissedemeyip dışarıda aradığı için de hiçbir şekilde bunu gerçek manada başaramıyor. Sahte ve ‘mış’ gibi bir tablo ortaya çıkıyor. Ama gerçekten 10 numara insan olmak demek bunu içimizde hissetmek demek.”

"Narsisistik Yapı Toplumsal Bir Sorun"

“Altın çamurun içinde de değerlidir, kuyumcu vitrininde de… Gerçekten 10 numara insan olmayı içimizde hissetmek budur” diyen Cem Keçe, bu nedenle 10 numara olmayı başkalarının gözünde, sözünde veya davranışlarında değil içimizde hissetmemiz gerektiğini vurguluyor. İşte bunu yapabilenlerin sağlıklı narsisisizm, bunu hissedemeyip dışarıdan, başkalarından arayanlar ise narsisistik yapı denilen patolojik narsisisizmin pençesinde kıvranıp durduklarını aktaran Keçe, “Hiçbir zaman mutlu olamıyorlar iç çatışma yaşıyorlar ve 10 numara insan olmadıklarını hissettirecek herhangi bir eleştiri, davranış ve olay karşısında da büyük bir çökkünlük yaşıyorlar. Ve sonrasında da genellikle öfkeyle tepki veriyorlar. Bu durum toplumun ruh sağlığını, huzurunu ve ilişkilerimizi tehdit ediyor. Sağlıklı bir iletişim kurmamızı engellerken, sahte ve yapmacık bir toplum yaratıyor. Kişinin kendini olduğu gibi değil başkalarının istediği şekilde davranması da suni bir ilişkiler yumağı meydana getiriyor” diye konuşuyor.

10 Altın Kural!

Dr. Keçe’nin verdiği bilgilere göre işte '10 numara' insan olmanın 10 altın kuralı:

1- Kendinizi olduğunuz gibi kabul edin, sevin ve kimseyle mukayese etmeyin.

2- Değerliliği karşı tarafın bakışlarında ve sözlerinde değil kendi içinizde arayın.

3- Buğdaylar gibi büyüdükçe başınızı yere eğin ve alçak gönüllü olun.

4- Eleştiriye karşı hoşgörülü olun.

5- Her olayda suçlamak yerine sorumluluk alın.

6- Değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

7- Karşınızdakini değil önce kendinizi değiştirmeye çalışın.

8- Anlamanın ve dinlemenin konuşup üste çıkmaktan daha önemli olduğunu unutmayın.

9- Haklı olmak yerine mutlu olmaya çalışın.

10- Alabileceğin en büyük intikam; affetmektir ve bazen karşınızdakine verilebileceğiniz en güzel cevap; gülüp geçmektir.

"Kendinizi Ölçüyü Kaçırmadan Sevin"

Dr. Keçe, büyük bir tehlike haline gelen narsisistik yapıya yönelik tüm bu tespitlerine, önerilerine ve normal sağlıklı bir insan olmanın tüm ipuçlarına, son kitabı “Sevemez Kimse Beni Benim Sevdiğim Kadar”da yer verdi.

“Narsisizm özsevi, özsevgi, özsaygı, özdeğer, ego saygısı, kendilik değeridir” diyen Dr. Keçe, insanın kendi değeri ve değerliliği konusunda hissettiklerini ‘güzel duygular’ olarak tanımlıyor. Dr. Keçe, bu durumun patolojik olmadığına vurgu yaparken, kendini değerli hissetmenin insanda olması gereken, olağan ve doğal bir yapı olması gerektiğinin de altını çiziyor. Dr. Keçe, şu açıklamalarda bulunuyor:

“Kişinin uyumlu yaşayabilmesi için, kendini ölçüyü kaçırmadan sevmesi gerekir, bu sevgiye narsisizm denir. Ancak narsisizm toplumda bir aşağılama gibi algılanır. ‘Pis narsist, kendini beğenmiş, bencil’ gibi kullanımlar yaygındır. Bu kullanımlar bizce doğru değil. Narsisizm yemek yemek veya su içmek gibi normal ve doğal bir ihtiyaçtır. İnsanlar, narsisizmi sağlıklı bir şekilde oluşturamadıklarında veya abartıp patolojik hale getirdiklerinde sıkıntı yaşarlar ve narsisistik yapıyı geliştirirler.”

"İpuçları Dizi Kahramanlarından..."

Hızla toplumsal bir sorun haline gelen narsisistik yapıya karşı insanlara çözümün anahtarını sunan Dr. Keçe, kitabında tedavilerini yürüttüğü hastalarına, kimlik bilgilerini ve hayat hikâyelerini deşifre etmemek için etik ve ahlaki nedenlerden dolayı milyonlar tarafından izlenen dizi filmlerdeki karakterlerin isimlerini verdi. Tedavilerinden kesitler sunan Dr. Keçe, onların patolojik narsisizmleri ile normal sağlıklı narsisizm arasındaki farkları karşılaştırıyor. Dr. Keçe, patolojik narsisizmi olanların kendilerini nasıl geliştirip normalleştirebileceklerinin de ipuçlarını veriyor.

"Facebook ve Twitter'dan Medet Umanlar Var"

Dr. Keçe’nin tespiti oldukça çarpıcı:
“Birçoğumuz içimizdeki değersizliği yok etmek, kendini ispatlamak ve başkaları tarafından takdir görmek adına Facebook veya Twitter gibi sosyal paylaşım ağların başından ayrılmıyor ve adeta buralarda medet arıyor. İnsanların değeri borsadaki hisse senetleri gibi artıp azalmaz. Başkalarının yaptığı hiçbir şey kendi değerimizi azaltmaz veya arttırmaz. Değerlilik duygusu içten hissedilen bir duygudur ve kişi ancak kendine yatırım yaparsa, kişisel gelişimle kendi değerini kendi artırabilir. O da içten hissedilebilir ve asla dışarıdan edinilebilecek bir duygu değildir. Hepimiz dizilerdeki ünlü karakterler gibi, bir Ezel ya da Polat olmaya çabalıyoruz. Behlül, Kuzey veya Güney olmak için uğraşıyoruz. Kendi içimizde hissedemediğimiz değerliliği onlarla özdeşim kurarak veya başkalarının gözlerinde arıyoruz ama bu beyhude bir çırpınıştır. Aslında hepimizin içinde bir cevher yatmaktadır. Bu cevheri dışarıda aramak yerine içimizdekini çözüp olgunlaştırmamız ve kendi iyiliğimizi düşünmemiz gerekli. Ayrıca kendi iyiliğimizle birlikte başkalarının iyiliğini düşünmeyi de öğrenirsek, herkesin etrafımızda döndüğü güneş olma sevdasındanvazgeçebilir, kendi başımıza ışıldayan bir yıldız olabiliriz. Ve böyle bir yıldız olarak diğer yıldızların varlığına da izin verebiliriz.”