BREAKING NEWS
latest
Genel Sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Genel Sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Aralık 2020 Cumartesi

Depresyonun beslenme ile ilişkisi

Dünya genelinde ortalama 350 milyondan fazla insanın etkilendiği depresyonla sağlıklı beslenerek nasıl başa çıkılacağı veya semptomları nasıl hafifletileceğiyle ilgili sizleri bilgilendireceğim.

Depresyon,ilgi veya keyif kaybı, kendini yorgun ve suçlu hissetme veya daha az değer görme, bozulmuş uyku ve yemek düzeni, kötü konsantrasyon ve üzüntü haliyle karakterize olup kalıcı veya geçirilebilir mental bir hastalıktır. Bu hastalıktan uzaklaşmanın en kolay yolu bizlerin her zaman tekrarladığı sağlıklı bir yaşamdan yola çıkarak olur. Fiziksel aktivitenizi arttırarak, sağlıklı gıdalar tüketerek, sigara ve alkolden uzak durarak, kendinize zaman ayırıp sevdiğiniz hobilerle uğraşarak depresyondan uzaklaşma imkanınız vardır. Yalnız en çok unutulan nokta depresyondaki bir birey hiç birşey yapmak istemeyecektir.

Uyku düzeni bozulunca yemek düzeni bozuluyor ve vücudun ihtiyacı olan enerji alımı olmadığı için birey spor veya yürüyüş yapacak enerjiyi bulamamaktadır. Böyle bir durumda beslenmeyle ilgili nokta atışı düzenlemeler yaparak vücudun ihtiyacı olan enerjiyi toplamanızda size yardımcı olacak önerilerde bulunacağım ve işe yaradığını kendi gözlerinizle göreceksiniz.

Beyaz Şeker ve Fruktoz Şekeri İçeren Her Besinden Uzak Durulmalı

Sadece çayıma şeker atmıyorum şeklinde içinizi rahatlatabilirsiniz fakat paketli olan her ürünün içinde birçok kimyasal maddeyle birlikte yüksek oranda şeker kullanılmaktadır. Şeker tüketiminin depresyonla pozitif etkisi olduğu altı ülke arasında yapılan kesitsel bir çalışmada net olarak görülmüştür.

Mineral ve Vitamin Eksiklikleri Olumsuz Etkilemektedir

Vücutta herhangi bir eksik besin öğesi olduğu zaman vücut ister istemez strese giriyor bu durum da depresyonu maalesef beslemektedir. Öncelikle vitamin ve mineral eksikliği olup olmadığının kontrolü yapılmalıdır. C, B1, B3, B6, B12 vitaminleri ve folat, çinko, selenyum gibi minerallerin eksikliği depresyonda olan bireylerde çok sık karşımıza çıkmaktadır. B vitaminleri, D vitamini ve balık, zeytinyağı, sebze ve meyve tüketiminin depresyona olumlu etkisi olduğu görülmektedir.

Omega-3 Yağ Asidi

Halk üzerinde yapılan çalışmalarda omega-3 yağ asidi düzeyleri düşük olan bireylerde depresyon görülme sıklığı daha fazladır. Bazı klinik çalışmalarda depresyon tedavisinde kullanılan antidepresanların yanında omega-3 takviyesinin alınması iyileşme sürecine faydası olduğu gözlenmiştir. Günümüzde balık tüketiminin azalmasıyla birlikte pek çok insanda omega-3 eksikliği görülmektedir. Bu durumda haftada en az 2 kez balık tüketimi önermekteyiz.

Kahve ve Yeşil Çay Tüketimi

Kahve tüketimi seratonin hormonunun salınımını kolaylaştırdığı düşüncesiyle önerilmektedir ama her zaman dediğimiz gibi miktar her zaman önemlidir. Günde 3 kupadan fazla içilmemesi gerekmektedir. Yeşil çay içinse dopamin ve noradrenalin düzeylerini artırdığı gerekçesiyle depresyonda tedaviye yardım edici etkisi olduğu görülmektedir. Günde 4-5 fincana kadar tüketilebilir.

Dyt. Beyza Karabulut

Yiyecekleri kışa sağlıklı saklama tüyoları

Sebze ve meyvenin tazesinin bollaştığı yaz mevsimiyle birlikte besinler taze taze tüketilirken bir yandan da kışın da tüketilebilmeleri için uygun koşullarda saklanır. 

Anadolu'da yüzyıllardır çeşitli yöntemlerle yapılan kışlık yiyecek depolanması, gıdaların uzun süreler korunabilmesine imkân veren bugünün derin dondurma teknolojisiyle daha da kolay. Ancak sağlıklı tüketim için yiyeceklerin kışa saklanmasında nelere dikkat edilmeli? Hangi gıdalar hangi koşullarda ne kadar süreyle tazelik ve besin değerlerini korurlar?

"Taze ve tek kullanımlık paketler yapılmalı"

Altınbaş Üniversitesi Gastronomi Bölümü Öğr. Görevlisi Gökhan Taşpınar, yiyeceklerin kışa saklanmasında merak edilen soruları cevapladı. Öncelikle dondurulacak ürünün taze olması gerektiği uyarısını yapan Taşpınar, dondurma işleminin gıdada enzim aktivitesini ve bakteri üremesini kısmen durduracağını fakat çok yavaş da olsa bozulmanın devam edeceğini belirtti. Taşpınar, "Donduracağımız ürün ne kadar kaliteli olursa dondurup çözdürme aşamasından sonra da o kadar kaliteli ürün çıkacaktır. Dondurma işlemi için ürünler tek seferde kullanılabilecek ölçülerde paketlenmelidir. Bir ürün çözdürdükten sonra tekrar dondurulmamalıdır" dedi.

Et, balık, tavuk, sebze ve meyveler nasıl saklanır?

Donmuş gıdaları saklamak için plastik veya alüminyum folyo, plastik torba, kapalı alüminyum kaplar, içi mumlu özel kaplar veya dayanıklı plastik ve cam kaplar kullanılması gerektiğini vurgulayan Taşpınar aşağıdaki bilgileri paylaştı:

" -Kırmızı et yeni kesildi ise 1 hafta buzdolabında dinlendirilip, eğer kasaptan alındıysa da hemen dondurulabilir. Yağlı etler kıyma halinde az yağlı olan kısımlar porsiyonlanarak ya da bütün halde dondurulabilir. Kırmızı et 6-12 ay dondurucuda saklanabilir.

-Tavuk gibi kümes hayvanları 1 gece buzdolabında bekletilip sonra dondurulabilir. Ortalama 7-8 ay kadar ömrü vardır.

-Balıklar organları temizlendikten sonra bir süre yapışmaz bir yüzeyde dondurulur sonra kuyruklarından tutarak baş aşağı buzlu suya daldırılıp etrafı buz tabakası ile kaplanıp öyle dondurulur. Bu işlemin adı glaze'dir ve 4-6 ay kadar rahatça saklanabilir.

-Şarküteri ürünleri iyice paketlenip 1-2 ay kadar dondurulabilir.

-Süt ürünlerini dondurmaya çalışmak risklidir.

-Meyveleri dondurmak için öncelikle olgun ve çürüksüz olanları seçilmelidir. Çekirdekli olanların çekirdekleri ayrılmalıdır. Muz, şeftali, kavun gibi meyvelerinde kabukları ayrılıp dilimlenmiş halde dondurulmalıdır. Meyveleri dondurmadan önce şekerli veya limonlu suya daldırmamız gerekir. Elma, armut gibi çabuk kararan meyveleri de dondurmadan önce dilimleyip üzerine şeker döküp öyle dondurmamız gerekir. Bu şekilde meyveler 10-12 ay kadar dayanabilir.

-Patlıcan fasulye gibi sebzeler 2-3 dakika haşlanıp soğuk suya daldırılıp soğutulduktan sonra dondurulabilir. Ortalama 8-10 ay kadar muhafaza edilebilir."

"Buzdolabında çözdürün"

Ürünün uzun süre dayanması açısından dondurma işleminde yaşanan besin değeri kaybının göz ardı edilebilir düzeyde olduğunu belirten Gökhan Taşpınar, donmuş besinleri çözdürürken de dikkat edilmesi gereken noktalara dikkat çekti. "En önemli kural buzdolabının soğutucu kısmında çözdürülmesidir" diyen Taşpınar, "Oda sıcaklığında çözdürmek birçok bakterinin üremesi için uygun ortamı oluşturur. Ürünler porsiyonlara göre dondurulmalıdır. Buzu çözülen bir ürün tekrar dondurulmamalıdır. Buzu tamamen çözülmüş bir ürün ile taze ürün arasında pişirmeye yönelik hiçbir fark yoktur" açıklamasında bulundu.

Düzenli yüzme yağ yakımını hızlandırıyor

Yaz mevsimin gelmesiyle tatile çıkan ya da hafta sonlarını değerlendiren pek çok insan bol bol yüzmeye gidiyor. 

Yüzme sadece yazları ve tatilde yapılabilen bir aktivite gibi görülüyor. Oysa düzenli yapıldığında kalp ve akciğer kapasitesini artırıyor, kilo kontrolü sağlıyor, kişinin var olan kas kütlesini koruyor. Suyun rahatlatıcı etkisi kişinin psikolojisini de olumlu etkiliyor. Memorial Wellness Medikal Fitness Danışmanı Murat Biçer, yüzmenin sağlığa faydaları hakkında bilgi verdi.

Her yaş grubu kolayca yapabiliyor

Kardiyo egzersizleri vücuttaki yağ oranını azaltan egzersizlerdir. Koşmak, yürümek, yüzmek, bisiklete binmek kardiyo egzersizleri arasında yer almaktadır. Yüzme, yaz mevsiminde havanın sıcak olmasından dolayı tercih edilmektedir. Her yaştan insanın rahatça yapabileceği bir egzersizdir. Kara sporlarında yaşanan zorlanma suda yaşanmayacağı için küçük, büyük, kilolu ya da zayıf herkesin rahat bir şekilde yapabileceği bir spor dalıdır. Küçük çocuklar 4 yaşından itibaren yüzmeye başlayabilmektedir.

Sakatlanma riski az

Yüzmenin tercih edilmesinde birçok faktör bulunmaktadır. Kas, bağ ve tendonlar karada yapılan sporlara göre yüzmede daha az zorlanmaktadır. Bu sebeple yüzmede sakatlanma riski daha azdır.Yüzme kas ve iskelet sistemini çok iyi çalıştırdığı ve kaslar arasında koordine sağladığı için kişinin herhangi bir ortopedik problemi varsa özellikle bel, boyun, sırtla alakalı problemlerde yüzme önerilmektedir. Suyun rahatlatıcı etkisinden dolayı yüzme kişiyi psikolojik açıdan da rahatlatmaktadır.

Tüm kasları aynı anda çalıştırıyor

Yüzme el, kol, bacak yani tüm gövdenin koordineli bir şekilde çalıştığı bir egzersizdir. Bu sebeple vücuttaki bütün kasları çalıştırmaktadır. Yüzme, suyun direncine karşı kişinin kendini ileri doğru iterek yaptığı bir egzersizdir. Bu da belirli bir kas kuvveti gerektirmektedir. Yüzmek kalp ve akciğer kullanım kapasitesini geliştireceği için yağ yakımını da sağlayan bir egzersizdir. Ayrıca formda kalarak var olan kas yapısını korumaktadır. Suyun direncine karşı uygulanan güçten dolayı yüzme omuz, kol, sırt ve göğüs kasları gelişmektedir. Vücudunun bu bölgelerini geliştirmek isteyen kişiler için yüzme uygun bir seçenektir. Yüzme planlı, programlı bir şekilde ve düzenli olarak yapıldığında bütün bu etkileri göstermektedir.

Yüzmek için son öğününüzün üzerinden en az 2 saat geçmesini bekleyin

Kas kramplarına yol açan magnezyum gibi minerallerin normal değerlerde olması önemlidir. Kişinin vücudundaki mineral seviyesi yüzmeye başlamadan ölçülmelidir. Uykusuzluk da yine kas kramplarına neden olabilmektedir. Bu yüzden yüzmek isteyen kişinin iyi bir uyku düzenine sahip olması gerekmektedir. Terlemeyle çok fazla su kaybı yaşandığı için su tüketiminin yeterli seviyelerde olması gerekmektedir. Yeterli sıvı alındığında gerekli mineraller de vücuda alınmaktadır. Yüzme yemek yedikten en az 2 saat sonra yapılmalıdır. Eğer yüzme için deniz tercih edilecekse havanın çok sıcak olduğu 11.00 – 16.00 saatleri dışında yüzülmelidir.

Her gün yüzülebilir

Yüzmeye kısa mesafelerle başlanıp, zamanla mesafe artırılmalıdır. Başlangıç olarak 250 metre yüzülüyorsa bu mesafe kolay yüzülür hale geldikçe 25 metre daha eklenebilir. Serbest, kurbağalama, sırtüstü veya kelebek gibi tercih edilen stillerde yüzülebilir. Mesafe kişinin kondisyon seviyesine göre değişebilmektedir. Bu antrenmanlar sonucu kalp ve akciğer kapasitesi geliştikçe kas yapısı da bunu destekledikçe dinlenme süreleri daha kısa, gidilen mesafe daha uzun olmaktadır.

23 Kasım 2018 Cuma

Kronik migren hayatı nasıl etkiliyor?

Migren günlük hayatı olumsuz etkileyen, hastaların neredeyse yaşama sevincini elinden alan çok yaygın bir hastalık olarak biliniyor. Sıradan bir baş ağrısı olmayan migren, genellikle tek taraflı, ense, şakak veya göz çevresinde başlıyor. 

Zonklayıcı karakterdeki ağrıya ışık ve sese hassasiyet, bulantı ve kusma eşlik ediyor. Fiziksel aktivite ile şiddetlenen ağrı, kişinin iş ve sosyal yaşamındaki verimliliğini ve konforunu düşürüyor. Memorial Ankara Hastanesi Nöroloji Bölümü'nden Doç. Dr. Nilgül Yardımcı, kronik migren tedavisinde botoks tedavisi ile ilgili bilgi verdi.

Migren atak sıklığı kişilerde farklılık göstermektedir. Aralıklarla yaşanan migren atakları "epizodik migren" olarak adlandırılmaktadır. ''Kronik migren'' ise en az 3 ay boyunca, her ayda en az 15 baş ağrılı günün minimum 8 gününde migren kriterlerini taşıyan ağrı olarak tanımlanmaktadır.

Nasılsa geçmiyor deyip baş ağrısına katlanmak zorunda değilsiniz

Uzun süreli ve şiddetli baş ağrısına yol açan kronik migren, nüfusun %1-3 'ünde görülmektedir. Kronik migreni olan kişilerin epizodik migrene oranla yaşam kaliteleri daha düşüktür ve hastaneye daha çok başvuru yaparlar. İlaç kullanımları fazladır ve günlük iş ve hayat verimlilikleri düşüktür. Hastaların hayatını adeta kabusa çeviren kronik migrenle başa çıkmak sanıldığı kadar kolay olmayabilir. Stresten uzak durmak ve sadece ağrı kesicilere yüklenmemek önemlidir. Kişi düzenli ve sık aralıklarla migren atakları yaşıyorsa, ağrıların atak ve şiddetinin değiştiğini düşünüyorsa mutlaka bir nöroloji uzmanına başvurmalıdır.

Depresyon kapınızı çalabilir

Migren tedavisinde kullanılan ilaçlar, baş ağrısı atakları sırasında ağrıyı ortadan kaldırmayı ve eşlik eden bulantı, kusma gibi belirtileri durdurmayı veya baş ağrısı ataklarının sıklığını kontrol etmeyi amaçlamaktadır. Epilepsi, hipertansiyon ve depresyon gibi başka hastalıkların tedavisinde de kullanılan bazı ilaçlar migren tedavisinde de kullanılmaktadır. Ancak tedavi çeşitliliğine rağmen, kronik migren hastalarında tedavi etkinliği düşüktür ve hastalar aşırı ağrı kesici ilaç kullanımı, depresyon, kaygı bozuklukları, uyku sorunları gibi eşlikçi hastalıkların riski altındadır.

Botoks tedavisi hayat kalitesini yükseltiyor

Botoks ile kronik migren tedavisi etkinliği nedeni ile yeni dönem tedavi yöntemleri arasında oldukça dikkat çekmektedir. Yapılan çalışmalar, botoksun migren hastalarında güvenilirlik ve tolerabilitesinin yüksek olduğunu, baş ağrısı günlerinin sayısını ve migren ataklarının sayı ve şiddetini azaltmada etkin olduğunu ortaya koymaktadır. Botoks yetişkinlerde kronik migren için önleyici tedavi olarak özellikle belirtilmektedir. Botoks uygulaması, kronik migrenli kişilerde sinir uçlarından itibaren ağrıyı uyaran kimyasal ileticileri engellemekte ve bu önleme sonucunda sinir uçlarından sinir sistemine uzanan ağrı yolları aktive olamamakta ve ağrı beyne erişmeden kontrol edilebilmektedir.

Tedavi planlaması kişiye özel yapılıyor

Yapılan çalışmalarda önerilen enjeksiyon şemasına göre botoks, hastada alın, şakak ve ense bölgelerini içeren belirlenmiş 31 noktaya kas içine enjeksiyon olarak uygulanmaktadır. Tedavi kişiye özel planlanmakta ve 12 hafta ara ile en az 2 tedavi dönemi bulunmaktadır. Bazı hastalarda tedavi etkinliği için enjeksiyon tekrarlanması gerekirken, bazı hastalarda ise etkinlik bir kaç yıl süresince devam etmektedir. Uzman bir nörolog kararı ile ağrı yerine göre botoks enjeksiyonlarında gerekli bölgelere ek dozlar uygulanabilmekte ve başarılı sonuçlar alınarak hasta kronik migrene veda etmektedir.

22 Ekim 2017 Pazar

Zihninizi güçlendirmenin 6 yolu!

Zihin gücünüzü artırmak için birçok yol var.

Oyuna ne dersiniz? 
Tabiki video oyunlarından bahsetmiyoruz. Sudoku, bulmaca ve puzzle gibi zeka oyunlarını deneyin.

Uykunuza dikkat! 
Eğer zihninizi güçlendirmek istiyorsanız, iyi bir uyku çekmelisiniz. Yeterli miktarda uyku sizin önceliğiniz olsun. Gün içerisinde kısa dinlenmelerde daha etkili çalışmanızı sağlar.

Zekanız için yemek yiyin! 
Bedeniniz gibi beyninizde düzgün çalışabilmek için doğru besinlere ihtiyaç duyar. Abur cuburlardan oluşan bir beslenme düzeni konsantrasyonunuzu bozar ve tembelleşmenize neden olur.

Yeni şeyler öğrenmeye açık olun! 
Öğrenme işi okuldan mezun olduktan sonra biter diye bir şey yoktur. Zihninizi yeni bilgilerle yormadığınız zaman beyniniz bundan olumsuz yönde etkilenir. Yaşınız ne olursa olsun, yeni bilgiler öğrenmeye açık olun. Mesela yeeni bir dil öğrenin, merak ettiklerinizi araştırın ve bol kitap okuyun.

Yazı yazmak mı? 
Öyle bir zamanda yazşıyoruz ki, neredeyse yazmayı unutacağız. Yazdıklarımız, düşüncelerimizi organize etmemize neden olur. Eğer bir problemi çözmekte sorun yaşıyorsanız, hemen elinize kağıt ve kaleminizi alın. Yaşadıklarınızı bir kağıda not aldığınızda, olayı daha geniş bir perspektiften görebilirsiniz. Böylece aklınıza yeni çözümler ve fikirler gelebilir.

Kararında merak iyidir! 
Sürekli sorular sorun, karşınızdaki insanlara değil, kendinize. Böylece cevaplar ararken beyin egzerisizi yapmış olacaksınız. Meraklı kaldığınız sürece, zihniniz daha güçlenecek. Yeni sorular sorarak kendinizi sürekli geliştirmiş olacaksınız.

Yediklerinize dikkat!
Zihin güçlendirmek için yaptığınız fiziksel veya mental aktivitelerin dışında yedikleriniz de çok önemlidir. Bilindiği üzere beyin glükoz ve oksijenle çalışır. Meyvelerde bulunan şeker ise kolaylıkla glükoza dönüşebilir. Bu nedenle bol bol meyve yemeye özen gösterin. Bunun yanında, bal, siyah üzüm, ceviz, fındık, fıstık, fesleğen, limon, balık, karabiberin, zencefil, havuç, ananas, avokado, limon ve soğan tüketmeye özen gösterin.

Estetik Psikolojiyi de Etkiliyor

Dış görünüşünden memnun olan kişi çoğu zaman kendisi ile barışık, iş hayatında ve sosyal ilişkilerinde daha başarılı, aşk ve evlilik hayatında daha kolay mutlu oluyor. 

Kişinin kendini aynada güzel ve alımlı görmesi özgüveninin artmasına ve insanlarla daha çabuk iletişim kurmasına olanak sağlar. Burnunun yüzüne hiç yakışmadığını, hamilelikten sonra karnının eskisi gibi dümdüz olmadığını ya da yüzünün elastikiyetini kaybedip sarktığını görüp dış görünüşünün kötü olduğunu düşünenler ise çevreleriyle olan ilişkilerinde tutuk ve uyumsuz davranabilirler. Bazı kişilerde bu kusur öyle bir takıntı haline gelir ki, bireyin iş ve sosyal hayatını tam bir kabusa çevirebilir...

Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Erol Kışlaoğlu, estetik sorunların zamanla kişide telafisi zor ruhsal sorunlara yol açtığını belirterek bazı estetik rahatsızlıkların kısa ve küçük operasyonlarla düzeltilerek, kişide ki özgüveni artırdığını kendine güvenen bireyler haline getirdiğini açıkladı...

Prof. Dr. Erol Kışlaoğlu "Bireyin kendini gerçekten mutsuz hissettiği bir kusuru var ise özgüvenin yeniden kazanması açısından cerrahi operasyon yoluna gidilebilmektedir... Var olan kusur tıbbi açıdan bir sorun teşkil etmiyor ise estetik operasyonun gerekliliğine hastanın kendisi karar vermelidir. Bu hastanın beden sağlığından çok ruh sağlığı için yaptıracağı bir operasyondur" diye açıkladı.

Bedene Gereken Önem Verilmeli…

Kışlaoğlu, yüzyıllardan bu güne süregelen güzelliğin öncelikle kadınlar olmak üzere her bireyin vazgeçemeyeceği unsurlar arasında yer aldığını belirterek şunları söyledi; “Son dönemde estetik cerrahide ki gelişmeler ve estetik operasyonların uygulanma aşamalarındaki başarı birçok kişiyi estetik operasyonlara yönlendirdi. Operasyon başvurusu ile gelen birçok kişi görüntüsünde memnun olmadığı yanları açıklayarak cerrahi açıdan bizden yardım istiyor. Kişinin estetik işlem sonrası kliniğimizden ayrılırken gözlerindeki memnuniyeti görmek dolaylı da olsa hastamıza sunduğumuz psikolojik desteği de yanına alıyor” diye konuştu.

Sınırı İyi Çizilmeli…

Kadın güzelliğinin ve bakımının oldukça önemli olduğu modern hayatta, estetik operasyonlar birçok kişinin imdadına yetişiyor. Ancak uygulanacak estetik işlemlerin belirli bir sınır çerçevesinde ve uzman görüşü alınarak uygulanması gereklidir.

Prof. Dr. Erol Kışlaoğlu, aslında kişide olmayan; ama kişinin kendisinin vücudunun bir bölümünün anormal algılanması ya da çok küçük bir şeyin abartılarak düşünülmesine ‘ vücut dismorfofobik bozukluğu’ dendiğini kaydederek şu önemli açıklamalarda bulundu. “ Vücudunda hiçbir estetik sorun olmadığı halde kapımızı çalan yüzlerce hasta ile karşılaşıyoruz. Kişi hiç bir eksiği olmamasına karşın kendi bedenini yanlış algılaması sonucu, sürekli kusurlu gördüğü bölgeyi gizliyor yada bu bölgeyle ilgili kendini özgüvensiz ve eksik hissediyor. Örneğin göğüslerinin iriliğinden şikayet eden bir hasta vücut yapısına göre ölçülerinin nasıl olacağını bilemediği için kendini çok daha kötü ve orantısız görebiliyor. Bu aşamada biz doktorlara düşen görev hastaya, gerekli oran ve açıklamalarla bu durumu anlatmak ve doğru ne ise ona göre karar almak, eğer gerçekten kişide estetik operasyona ihtiyaç yoksa bunu açıklayarak psikolojik olarak onu rahatlatmaktır. Eğer Hasta iri göğüsün beline ve bedenine verdiği sağlık sorunları ile bize başvurmuş ise gerekli müdahale yapılarak hasta sağlığına kavuşturulur” dedi.

Sadece takıntı oluştuğu için yüzüne estetik yaptıranların işin yüzde 2-3`ünü içerdiğini belirten Kışlaoğlu “Bunlar kişinin yüzüyle ilgili olan, burun görüntüsü, kulak için yapılan, çene üzerinde çene ve ağız civarı kırışıklıkları gibi, yüz gerdirme ve yüzdeki bazı ameliyatlardır. Bazen nefes alma güçlüğü çeken kişilere yapılan burun ameliyatlarında dışı düzeltmeden içeride yapılan düzeltmeden sonuç alınmaz. Mecburen dış yapıyı da düzeltmek gerekir. Bu da kozmetik olarak düşünülmemeli” ifadesinde bulundu.

Güneşten D vitamini almanız önemlidir

D vitamini eksikliği basit bir kan tahliliyle saptanabilir. Eksiklik saptanması halinde mutlaka bir doktor kontrolü altında takviye D vitamini alımına başlanması gerekiyor.

D vitamini hakkında faydalı bilgiler veren Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Ece Aydoğ, D vitaminin yüzde 80'inin güneş ışınları ile açığa çıktığını, özellikle Mart-Ekim aylarının D vitamini açısından en etkin dönem olduğunu belirtiyor. Dr. Aydoğ "Bu aylarda koruma kremi kullanmadan her gün 10-15 dakika güneşlenmek gerekiyor" diyor.

"D vitamininin en bilinen etkisi kemik ve kas metabolizması üzerindedir. D vitamini, kuvvetli kemiklerin gelişmesi için böbreklerden ve bağırsaklardan fosfor ve kalsiyum emilimini düzenler." diyen Aydoğ, D vitaminin yüzde 80'inin ciltte meydana geldiğini belirtiyor. 

D vitamini nasıl oluşuyor?

D vitamini, kolestrol kökenli bir maddenin UV ışınlarına maruziyeti ile meydana geliyor. Bu kolestrol güneşe ışınlarına maruz kalıp D vitamini öncüsüne dönüştükten sonra önce karaciğerde sonra böbrekte olmak üzere iki yerde değişime uğruyor. En sonunda aktif D vitamini meydana geliyor. 

D vitamini dönüşümünde güneş maruziyetinin en önemli unsur olduğunu belirten Dr. Aydoğ, "Mart-Ekim arası, özellikle güneş ışınlarını dik geldiği 11-15 arasındaki saatler D vitaminin dönüşümü için en etkili dönem" diyor ve ekliyor: "Ancak bu saatler cilt kanseri için de en riskli saatler. Sadece 10-15 dakikalığına, koruma kremi kullanmadan, diz ve dirseklerden aşağısını güneşlendirmek yeterli. "

Dr. Aydoğ ayrıca esmer kişilerde D vitamini sentezinin sarışınlara göre daha yavaş olduğunu ve esmerlerin cilt özelliklerinden ötürü sarışınlardan 3-6 kat daha fazla güneşe maruz kalmaları gerektiğini belirtiyor. 

D vitamininin yüzde 20'si besin yoluyla alınıyor

D vitaminin yüzde 20'si ise besin yoluyla alınıyor. Özellikle kış aylarında D vitami açısında zengin somon, uskumru gibi yağlı balıklar, balık yağı, yumurta ve mantar tüketilmesi gerekiyor. 

D vitamini eksikliğinin yol açtığı hastalıklara gelince, eksikliği yetişkinlerde yaygın kemik ve kas ağrıları şeklinde kendini gösteren osteomalazi denilen bir kemik metabolizması rahatsızlığına, çocuklarda ise raşitizme yol açıyor. Süregelen yaygın kemik ve kas ve ağrılarında D vitamini eksikliğinden şüphelenmek lazım. 

Yapılan araştırmalarda fibromiyalji tanısı alanlar ve kronik bel ağrısı olan hastaların önemli bir kısmında D vitamini düzeyi düşük saptanmış. D vitamini eksikliğinin ileri aşamalarında, hastalarda kas kuvvetsizlikleri ve buna bağlı gelişen yürüyüş bozuklukları ve hatta kemiklerde kırılmalar dahi ortaya çıkabiliyor. 

D vitaminin vücutta kemik ve kas metabolizması dışında başka fonksiyonları da var. Kalp, beyin, meme, prostat gibi pek çok organda D vitamini reseptörleri bulunuyor. D vitaminin farklı organlar üzerindeki etkisi de yeni yeni keşfediliyor. Özellikle son dönemde kalp hastalıkları, diyabet, depresyon, bazı kanser ya da enfeksiyon türlerinde D vitamini eksikliği nedenler arasında sayılmaya başlandı.

Kadınlarda daha yaygın

D vitamini eksikliği kadınlarda daha yaygın. Doğum ve emzirme periyotlarının bunda etkili olduğunu belirten uzmanlar, özellikle doğum sonrası yaygın ağrılarla kendilerine başvuran çok sayıda hasta olduğunu kaydediyor. 

Ciltteki ve böbrekteki değişimler sebebiyle yaşlılar da bir diğer risk grubu. Özellikle D vitamininin denge üzerinde önemli derecede etkisi var ve yeterli düzeyde alınımı sağlanırsa düşmeler önlenerek kemiklerde kırık ihtimali azaltılabilir. 

D vitamini eksikliği basit bir kan tahliliyle saptanabilir. Eksiklik saptanması halinde mutlaka bir doktor kontrolü altında takviye D vitamini alımına başlanması gerekiyor. 

Kaynak: ekolay.net

Kalbinizi Koruyacak Basit Ama Faydalı Bilgiler…

Sağlık… Hepimizin çok önemli olduğunu vurguladığımız ama gerçekte en çok ihmal ettiğimiz yanımız… Özellikle de sağlık problemleriyle hastaneleri ziyaret etmek zorunda kalmadığımızda…

Sağlıklı bir yaşamın sağlıklı yaşam tarzını seçerek başladığını, Hisar Intercontinental Hospital Kardiyoloji Bölümü Uzmanı Dr. Fatih Gümüşer ile konuştuk…

Modern şehir hayatının karmaşasında kalp sağlığının giderek daha da önemli bir hale geldiğini dile getiren Uzm. Dr. Gümüşer; "Türkiye’de ve dünyada ölümlerin birinci nedeni kalp damar hastalığından meydana gelmektedir ve sağlıksız beslenme, stres, hava kirliliği, sigara gibi nedenlerle bu oran gittikçe artmaktadır. Genetik faktörler, yaş ve cinsiyet haricinde tüm kalp damar hastalığı risk faktörleri düzeltilebilir ve bu ölümler azaltılabilir" diye konuştu.

Kalp Sağlığınızı Korumak Elinizde…

• Egzersizi hayatınıza dahil edin: Günlük aerobik egzersizler kolesterol ve kan basıncınızı düzenler, şeker hastalığından korur, kalp krizi riskini düşürür. Kendinizi daha mutlu hissetmenizi sağlar, uykunuzu düzenler, kilo vermenize yardımcı olur. Haftada toplam olarak 2,5 -5 saat orta şiddette tempolu yürüyüş, bisiklet, yüzme, kayak gibi egzersizler yapın. Bunu günlük olarak da, birkaç güne de bölerek de yapabilirsiniz. Yaptığınız egzersizin süresi ne kadar artarsa riskiniz o kadar azalır.
• Diyet alışkanlıklarınızı düzenleyin: Sağlıklı bir kalp için sebze, meyve gibi potasyumdan zengin gıdaları ve tahıl, kuru baklagil tüketiminizi artırın. Kırmızı et yerine beyaz eti tercih edin.
• Kolesterolünüzü ölçtürün: 40 yaşın üstünde tüm sağlıklı bireylerin 5 yılda bir kolesterol düzeylerini ölçtürmesi gerekir.
• Tansiyonunuzu ölçtürün: Sağlıklı kişilerin yılda en az bir kere tansiyonunu ölçtürmesi gerekir. Çünkü yüksek tansiyon sinsi bir hastalıktır, çoğu zaman hiçbir belirti vermez.
• Stresi azaltın: Stres vücutta adrenalini artırarak kronik olarak kalp hızınızı ve tansiyonunuzu yükseltir. Yoga, meditasyon, solunum egzersizleri ile stresin vücudunuzdaki etkilerini mümkün olduğunca azaltmaya çalışın.
• Günde 6-8 saat ve kaliteli uyuyun: Kaliteli bir uyku tansiyonunuzu düzenler, düzensiz kalp ritmi olasılığını azaltır. Uykusu düzenli kişilerin kalp krizi ve kalp yetersizliği riski daha düşüktür. Her gün aynı saatte yatıp aynı saatte kalkmaya gayret edin. Gece horlama ve solunum durmalarınız varsa mutlaka bir uzmana başvurun.
• Uykudan önce yediklerinize dikkat: Yatmadan önce yağlı ve ağır yemeklerden kaçının, çay, kahve, kola gibi kafein içeren içecekleri tüketmeyin.
• Fazla kilolarınızdan kurtulun: Beden kitle indeksi; vücut ağırlığının boy uzunluğunun karesine bölünmesiyle elde edilir. Sağlığınız için bu indeksin 19-25 arasında bir değer olmasına dikkat edin.
• Sigaradan uzak durun: Sigara içiyorsanız kendinize bir tarih belirleyin ve o gün sigarayı bırakın, bunun için çevrenizden destek isteyin. Belirlediğiniz tarihin özel bir gün olması motivasyonunuzu artıracaktır.
• Yemeğe bakmadan tuz dökenlerdenseniz bundan hemen vazgeçin: Günlük önerilen tuz miktarı en fazla 5 gr (1,5 çay kaşığı)’dır.
• Tatile gitmeyi aksatmayın: Çalışmalar göstermiştir ki düzenli tatile giden kişilerde kalp hastalığı daha az görülür.

Önemli kararlarınızı mutluyken alın

Mutsuz olduğunuzda sadece elinizde ne olduğunu, mutlu olduğunuzda ise gelecekle ilgili fırsatları görürsünüz. 

Bu bir mantra değil. Chicago Üniversitesi Psikiyatristi Aparna A. Labroo ve Georgia Üniversitesi Psikiyatristi Vanessa M. Patricky, yaptıkları bir araştırmada insanların içinde bulundukları durumun onların kararlarını nasıl etkilediğini belirledi.

Ruh hali deneyimleri
Psikiyatrist Labroo ve Patrick, kolej öğrencileri üzerinde iyi ve kötü ruh halinin onların kararlarını nasıl etkilediğini ve bakış açılarının ne olduğunu araştırdı. İlk adımda kolek öğrencilerine 10 tane iş listesi verildi. Listedeki işlerin yanına gülümseme ve asık surat işaretleri koymaları istendi. Belirtilen işaretlere göre kişiler gruplandırıldı. Onları mutlu ve mutsuz eden işler verildi. Bu sırada sınavın neden gerekli olduğu ve yaşamlarını nasıl etkilediği soruldu. Mutlu olanlar gelecekteki akademik kariyerleri için sınavın önemli olduğunu belirtirken, mutsuz olanlar neden sınav yapıldığını sorguladı.

Mutsuzken karar vermeye çalışmayın
Araştırma sonucunda insanların mutlu ya da mutsuz olmalarına göre olaylara olumlu ya da olumsuz yaklaştığı, mutsuz olanların o ana göre değerlendirme yaptıkları, mutlu olanların geleceği düşünerek değerlendirme yaptıkları görüldü.

Psikiyatrist Labroo ve Patrick, “insanlar içinde bulundukları durumu daha iyi değerlendirmek için anın dışına çıkıp resmin bütününü görerek olaylara pozitif bakmalılar. Negatif ruh hali ise gelecekle ilgili fırsatları görmeyi engelliyor, olumsuz kararlar alınmasına neden olabiliyor. Gelecekle ilgili kararlar alırken mutlu olduğunuz zamanları tercih edin” diye belirtti.

Rahim ağzı kanserinin erken teşhisi önemli

Uzmanlar, dünya genelinde çok sayıda kadını ilgilendiren ve yaygın görülen bir hastalık olan rahim ağzı kanserinin, bilinçli yaklaşım ve erken teşhisle önlenebildiğini belirtiyor.

Rahim ağzı kanserinden korunmada düzenli kontrol ve bu hastalığa karşı geliştirilen HPV aşısı önemli…

Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Jinekolojik Onkoloji Klinik Şefi Doç. Dr. M. Faruk Köse, kanser gelişmeden önce kontrollerini düzenli olarak yaptıran kadınlarda, bu hastalığa doğru zamanda müdahale edilebildiğini ve bunun çoğu kez hayat kurtarıcı olduğunu söylüyor.

HPV aşısı yüksek koruma sağlıyor

Rahim ağzı kanserinin erken teşhisinde yüzde 85 oranında en az 5 yıllık yaşam beklentisi söz konusuyken, ileri evrelerde bu oran azalıyor ve yüzde 30’lara kadar düşüyor. Bu erken teşhis edilen 10 kadından 9’u hayatını hiç kanser olmamış gibi sürdürürken, erken teşhis edilemeyen 10 kadından 7’sinin ise bu hastalık nedeniyle hayatını kaybedeceği anlamına geliyor.

Rahim ağzı kanserinden korunmada 2 yol çok önemli görülüyor. Bunlardan ilki hastalık gelişmeden HPV aşısı yaptırmak, diğeri ise düzenli jinekolojik muayene ve Pap Smear testi yaptırılması. Bu test sayesinde kadınlar, rahim ağzı kanserine yol açabilecek anormal hücreleri olup olmadığını öğrenebiliyor.

Uygulama kola yapılıyor

Doç. Dr. Köse, rahim ağzı kanseri aşısı olarak bilinen HPV aşılarının, HPV ile ilgili hastalıkların önemli bir bölümüne karşı, daha bu hastalıklar oluşmadan yüksek oranlı koruma sağladığını söylüyor. Her aşıda olduğu gibi, HPV aşılarının da hastalığa yakalanmadan önce yapılması gerekiyor.

Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de 2 çeşit HPV aşısı olduğuna dikkat çeken Köse, bu aşılardan birinin HPV’nin 2 tipine, diğerinin ise 4 tipine karşı koruma sağladığını dile getiriyor. Her 2 aşı da, rahim ağzı kanserine neden olan tiplerin yüzde 70-80’lik bölümüne karşı yüzde 100 koruma sağlıyor. Ancak söz konusu aşılar, HPV 16 ve 18 dışında kanser yapan diğer tiplere karşı koruma sağlayamadıkları için, aşılandıktan sonra da düzenli olarak Pap Smear testi yaptırmak etkin korunma açısından son derece önemli görülüyor.

Kadınların çoğu, rahim ağzı kanseri aşısının rahim ağzına yapıldığını düşünüyor ve bu düşünce nedeniyle aşıdan korkuyor. Oysa aşı sanıldığı gibi rahim ağzına değil, kola yapılıyor.

Bu aşının 6 ay içinde 3 doz olarak uygulandığını dile getiren Doç. Dr. Köse, “Bunlar koruyucu aşılardır ve tedavi edici özellikleri bulunmamaktadır. Bu nedenle, hastalık oluşmadan önce yapılmaları çok önemlidir” diye konuşuyor.

Başlıca hedef kitle 11-12 yaşındaki kızlar

Aşıların kullanımında en etkin hedef kitlenin seksüel ilişkide bulunmayan 11-12 yaş grubundaki kız çocukları olduğu belirtiliyor. 26 yaşına kadar programa uymamış kişiler için ise telafi aşılaması öneriliyor. Bu aşılar tiplerine göre 45-55 yaşa kadar önemli koruyuculuğa sahip. Bu nedenle, Avrupa Birliği ülkelerinde aşının 9-45 yaş arasında uygulanmasına onay veriliyor.

HPV’nin oluşturduğu hastalıkların tedavisi ile aşılama kararının birbirinden bağımsız olduğu belirtiliyor. Aşılanmadan doğal enfeksiyon geçirilmişse, aşı o tipe karşı koruma sağlamıyor. Buna karşın, aşının içerdiği tiplerin tümüne karşı doğal enfeksiyon geçirme olasılığının sadece yüzde 1 olduğunun unutulmaması gerekiyor.

Gelişmiş ülkeler vatandaşlarını aşılıyor

HPV aşılarının dünyada 35 ülkenin aşılama programına girdiği ve bugüne kadar yaklaşık 30 milyon kadının bu virüse karşı aşılandığı belirtiliyor. Aşıyı programlarına alan ülkelere bakıldığında, başı çekenlerin sorunu en az yaşayan gelişmiş ülkeler olduğu ve bunların vatandaşlarını tereddütsüz aşıladıkları görülüyor. Doç. Dr. M. Faruk Köse, “Türkiye’deki aşı karşıtlarının, Hepatit B aşısının kullanımına 17 yıl geç başlanmasına neden olmalarının, engellenebilecek bazı vakaların kaybedilmesiyle sonuçlandığını unutmamak gerekiyor” diyor.

Evrelere göre tedavi

Rahim ağzı kanserine çok erken dönemde yakalanıldığında uygulanacak en etkin tedavinin ameliyat olduğu belirtiliyor. Erken evrelerde ameliyat ile rahim ağzı veya rahim alınarak yüksek oranda başarı sağlanırken, ileri evrelerde radyoterapi ve kemoterapi tedavileri birlikte kullanılıyor. Ancak son evrelerdeki tedavinin başarı oranı çok düşük. HPV’ye bağlı genital siğiller ise yakılarak, dondurularak veya özel ilaçlar sürülerek tedavi edilmeye çalışılıyor. Ancak bu tedaviler çok başarılı olamıyor ve genellikle tekrarlanıyor.

Gözlerinizdeki Işıltıyı Artırın

Bakır içerikli dolgu sayesinde gözaltı torbaları ve morluklarından kurtulmanız mümkün...

Genetik özellikler, fiziksel özelliklerimizin yansımalarının oluşmasını sağlıyor. Yaşlanmanın erken mi geç mi olacağı, cildimizin ne zaman sarkacağı, gözümüzün altında torbalar ve morluklar oluşup oluşmayacağı gibi pek çok konuda genlerimiz fiziksel özelliklerimizin adeta resmini yapıyor. Ancak genlerimiz etkili olsa da, istemediğimiz sonuçlara karşı, tıbbı veya kozmetik çözümler arıyoruz. İşte bunlardan biri de göz altı morlukları ve torbaları… Artık, özellikle kadınların çok şikayetçi oldukları ve çeşitli makyaj ürünleriyle kapatmaya çalıştıkları gözaltı morlukları, içeriğindeki bakır nedeniyle yeşil bir ton oluşturan yeni bir dolgu maddesiyle kapatılabiliyor.

Gözaltında oluşan torbalanmalar zaman içersinde morluklara da neden oluyor. Bu bölgeye özel olarak üretilen yeni bir dolgu maddesi, torbaların altında oluşan çizgiye şerit halinde enjekte ediliyor ve gözaltı-yanak arasındaki çizgiyi ortadan kaldırırken mevcut morluğu da azaltıyor. Bu ürünün vücutta doğal olarak bulunan hyarulonik asit içerdiğini belirten Acıbadem Fulya Hastanesi Estetik, Rekonstrüktif ve Plastik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Ferit Demirkan, sözkonusu ürünün yaklaşık 1,5 yıl boyunca etkili olabildiğini söylüyor.
Gözaltı morluklarını gideren bu ürünle ilgili merak edilen soruları yanıtlayın Prof. Dr. Ferit Demirkan, şu bilgileri veriyor:

- Gözaltı morluklarını gidermede bu yeni dolgu maddesi nasıl etki ediyor?
Bu ürünün içinde vücudumuzda doğal olarak bulunan hyarulonik asit var. Moleküler yapısı sadece gözaltı uygulamaları için geliştirilmiş. İçinde bir miktar bakır var, bakırın yeşilimsi ışıltısı morlukla birleşince gözaltında oluşan koyu rengi nötralize ediyor. Zaten sahne için üretilen profesyonel makyaj ürünlerinde de benzer bir renk nötralizasyon yöntemi uygulanıyor. “Gözaltı ışık dolgusu” olarak biliniyor. Ama bence böyle bir dolgunun asıl önemli faydası 40’lı yaşlarla ortaya çıkan alt göz kapağı ve orta yüz sarkması durumunda farklı bir seçenek sunması.

- Göz çevresinde oluşan yaşlanmaya karşı neler yapılabiliyor?
Yaşlanmanın ilk bulguları göz çevresinde başlıyor diyebiliriz. Kaşlar hafifçe düşüyor, üst kapak sarkıyor ve alt kapakta bir balonlaşma oluşuyor. Alt kapaktaki balonlaşma yanaklarımızın da sarkması ile daha belirgin hale geliyor çünkü yanak ile alt kapaktaki şişkinlik arasında derin bir çizgi oluşuyor. Eskiden alt kapak ameliyatı yaparken sadece oluşan balonlaşmayı gideriyorduk. Artık orta yüzü de kaldırmamız gerektiğini düşünüyoruz. Endoskopla alından veya gözkapağından girerek orta yüzü de kaldırıyoruz. Aksi takdirde sadece alt kapağa müdahale edince, torbalanmanın altında bulunan çizgi düzelmiyor, alt kapakla beraber orta yüzü de kaldırmak doğru çözüm oluyor. Zaten bizi uzaktan yaşlı gösteren iki şey var: Yaşlanmanın iki belirtisi var, biri gıdı bölgesinin yağlanması ve sarkması, diğeri de çapraz profilden bakınca gözaltında torbalanma oluşması.

- Bu ürün gözaltındaki balonlaşmayı kamufle etmek için nasıl uygulanıyor? Sadece bu ürünü kullanmak istenilen başarıyı sağlıyor mu, cerrahi operasyona da gerek duyuluyor mu?
Ürün ince bir iğne yardımıyla gözaltındaki torbalarla yanak arasındaki oluğa şerit halinde ya da nokta nokta uygulanabiliyor. Bu dolguyu uyguladıktan sonra özel bir roll-on masaj ürünü ile uygulama hattına masaj yapılıyor ve dolguya ait düzensizlikler gideriliyor. Bu arada alt göz kapağı cildi çok ince olduğu için dolgunun rengi mevcut olan morluğu hafifletiyor. Bu dolgunun yapılmasıyla gözaltındaki torba yok edilmiyor ancak göz kapağı - yanak arasındaki derin çizgi doldurularak yükseltildiği için bir çeşit illüzyon yaratılıyor. Tabii ki çok ileri vakalarda bunu tercih etmiyoruz ve hastaya ameliyat öneriyoruz. Dolayısı ile bu ürün için en uygun hasta grubu 35-45 yaş arasında olanlar. Bir alt kapak-orta yüz ameliyatı için vakti olmayanlar veya ameliyattan çekinenler de bunu yaptırabilirler. 50’li yaşlarda gözaltı torbaları daha da büyüdüğünden cerrahi işlem yapmak gerekiyor, yüz germe operasyonu kaçınılmaz oluyor.

- Göz çevresi bu işlemle gençleşiyor mu yoksa ek işlemler de gerekli mi?
Aslında gözaltı ışık dolgusu işin zor kısmını hallediyor. Kaş düşüklüğü ve yanlardaki kazayağı denen mimik çizgilerini düzeltmek için botulinum toksin uygulamaları zaten çok başarılı sonuçlar veriyor. Dolgu ve toksin uygulamalarını birleştirmek göz çevresinde daha dengeli bir görünüm sağlıyor.

- Gözaltındaki torbalarının cerrahi olarak alınmasıyla kadınlar kaç yıl gençleşebiliyor?
Eğer hastanın üst kapağında belirgin bir sarkma yoksa, bu dolgu ve toksin enjeksiyonu ile 30’lu yaşlara dönmek mümkün olabiliyor. Bazen bunu yanak dolguları ile de desteklemek gerekiyor.

15 Mayıs 2016 Pazar

Kusursuz makyaj için uzman önerileri

Makyajın en önemli kısmı, gözü etkileyici bir şekilde öne çıkartmaktır. Makyaj artisti Eve Pearl deneyimleri sonucu elde ettiği püf noktalarını göz farı teknikleri için şöyle derliyor…

1. Göz kapağına fondöten uygulayın

Fondöten göz kapağında baz gibi duracak ve farı gün boyu tutacaktır. Farı sürdükten sonra da kalıcılığı için üzerine sabitleyici bir pudra sürmek makyajın dayanıklılığını artırır.

2. Göz kapağına eyeliner uygulayın

Likit eyelinerlar tercih sebebi. Eyelinerı uygularken kalem gibi tutmayın. Göze paralel bir şekilde tutup çizgi çizin. Göz kapağının tamamını çizmemeye özen gösterin. Aksi takdirde göz düşük görünecektir.

3. Buğulu gözler

2. aşamadaki eyeliner uygulaması sırasında oluşan hataları her zaman düzeltmek mümkün. Kahverengi ve yeşil renkteki göz farlarını karıştırıp eyelinerın üzerine sürün. Bu iki rengin karışımı her zaman harikalar yaratıyor.

4. Belirgin yapmak için

Buğulu efektinin üzerine gözleri daha belirgin hale getirmek için göz kapağının hemen yanından yan “V” harfi çizilir. V harfinin ucu dışarıya bakmak suretiyle koyu renk farlar kullanılır. Daha sonra bu V harfini içeri doğru dağıtmak lazım. Yaz ayları için V harfini şeftali ve bronz tonlarda seçebilirsiniz.

5. Temizlemek için

Açık renkleri, uyguladığınız farı düzeltmek için kullanabilirsiniz. Önerim, içinde bir sürü renk olan bir göz farı paletiyle çalışmanız. Böylece istediğiniz her rengi karıştırıp farklı tonlar elde edebilirsiniz. Göz farı uygulamasında gözün altına bulaşan farları nemlendirici kreminizi sürerek de temizleyebilirsiniz.

6. Rimel

Gözün altına kahve ya da siyah eyeliner uygulayabilirsiniz. Yine buğu efekti için pırıltılı altın sarısı ya da şeftali uygun olacaktır. Ardından göz makyajınızı rimel ile tamamlayabilirsiniz.

Doğumdan Sonra Seks İsteği 3 Ayda Geliyor...

Doğum sonrasında, cinsel istekte bir süre azalma olabilir. Bu azalma genel olarak psikolojik kökenlidir. Seks isteği, 12’ci haftadan sonra eski haline döner. 

Emzirme döneminizde yükselen süt hormonu, östrojen hormonunu baskılayarak vajende kuruluklara yol açabilir. Bu kuruluğa karşı rahatlatıcı bir önlem olarak gliserin kullanılabilir.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü Sorumlusu Prof. Dr. Cihat Ünlü, kadınların doğum sonrası cinsel ilişkiye, kendilerini hazır hissettiklerinde başlamasının hem kendileri hem de eşleri için olumlu sonuçlar doğuracağını söyledi.

Çiftlerin doğumdan sonra yeniden sekse başlarken, birbirlerine gösterdikleri anlayış ve uyum (özellikle erkeğin) çok önemli. Prof. Dr. Ünlü, doğum sonrası kanama tümüyle kesilmeden önce ilişkide bulunmanın doğru olmadığını belirtiyor. Genel olarak vajinanın iltihaptan koruyucu ortamı, kanama sırasında etkileniyor. Mikroplara karşı koruyuculuğu azalıyor. İlişki için kanamanın bitmesini beklemek gerekiyor. Bu sayede iltihaplı hastalıklardan korunmak mümkün olabiliyor.

Emzirirken Nasıl Korunmalısınız?

Emzirme döneminde korunma hakkında bilgi veren Prof. Dr. Cihat Ünlü, ister sezaryen, ister normal olsun; doğumlardan sonra vücudun toparlanması için en az bir yıl süre ile yeni bir gebelik önermediklerini söylüyor. Çünkü ancak bir yıl içinde vücut tam olarak kendini toparlayabiliyor. Prof. Ünlü, emzirme sırasındaki korunma yolları hakkında şu bilgileri veriyor:

• Bebeğinizi emzirmeniz, doğumunuz sonrası 3 aya kadar hamilelikten korunmanızı sağlar. Bu süre sonunda da koruyuculuğu azalarak devam eder, çünkü "ovulasyon (yumurtlama)" genellikle üçüncü aydan sonra başlar. Beş ve altıncı aylardan sonra normal periyoduna döner.
• Spirali doğumdan sonraki ilk adet kanamanızdan sonra takılabilirsiniz. Eşinizin prezervatif kullanması da, doğru şekilde kullanıldığı zaman koruma sağlar.
• Spiral ve prezervatif yöntemlerini kullanamayan kişilere "üç aylık depo progestinler" yapılabilir. Sütünüze zararı yoktur. Tam olarak 90 gün süreyle korunma sağlar, bu sürenin sonunda tekrar yapılması gerekir.
• Üçüncü ayınızdan sonra uzun etkili, cilt altı implantlarını (progesteron içeren) kullanmanız da alternatif bir yöntemdir.
• Klasik doğum kontrol hapları hem östrojen hem de progestinleri içerir. Emzirme döneminizde doğum kontrol hapları kullanmanızı önermiyoruz.
• Doğumunuz sonrası artık kesinlikle yeni bir çocuk istemiyorsanız ve 35 yaşın üzerindeyseniz "tüplerin bağlaması (ligasyon)" işlemi yaptırabilirsiniz.
• Tüp ligasyonu işlemi ise, sezaryenle doğumunuz gerçekleşirken, önceden işlem için rızalarınızı alınarak, ameliyatınız sırasında yapılabiliyor. Tüplerin bağlanması durumunda, geriye dönüş yok denecek kadar az olduğu için bebek istememe konusunda kesin kararlı olmalısınız.
• Diğer doğum kontrol yöntemleri; cervical cap, vajen içi fitil ve kremler, geri çekme yöntemleri (coitus interruptus) ise koruyuculukları daha az olan yöntemlerdir.

Kadınların Seksteki En Hassas Bölgeleri...

İnsan gövdesindeki cinsel uyarı bölgeleri ya da başka bir deyişle cinsel uyarıya yatkın bölümler yalnızca üreme organları değildir. Erkeklerde de, kadınlarda da az ya da çok uyarılabilecek nitelikteki en büyük organ tüm gövdeyi kaplayan deridir. Kadınlar okşanmaktan, masaj yapılmasından çok hoşlanırlar. Bu hassasiyet, özellikle sevişmenin ilerleyen anlarında orgazma katkıda bulunabilecek düzeyde olabilir.

Klitoris: Kadında klitoris, erkekteki penisin karşılığıdır. Uyarıya çok yatkın olup, dokunmaya oldukça duyarlıdır.
Büyük dudaklar (Labia Majora): Erkeğin testis torbalarını andırır. Kadının cinsel duygularının uyanmasında önemli bir rol oynamaz.
Küçük dudaklar (Labia Minora): Küçük dudakların iç bölümleri, dokunmaya karşı son derece duyarlıdır.
Vajina: Cinsel ilişkide, her iki taraf içinde en duyarlı bölgelerindendir.
Göğüsler: Kadınlarda memeler dokunmaya karşı duyarlıdırlar. Ritmik bir basınç ve uyarı hareketi cinsel duyguların çoğalmasını sağlayabilir. Özellikle meme uçları, klitoris kadar duyarlıdır.
Ağız: Dudaklar, dil ve ağzın diğer bölümleri, en az cinsel organlardaki kadar cinsel duyu bulunmaktadır.
Bacaklar: Bacakların iç bölümleri, cinsel uyarıya karşı keskin bir tepki gösterirler.
Diğer hassas bölgeler: Gözler, kulaklar, ense, boyun, koltuk altları, göbek, karın, bel, sırt, kasıklar, göğsün iki yanı ve bunların çevresindeki bölgelerdir.

Doğumdan Sonra Sekste Yavaş Hareket Edin

Acıbadem Kadıköy Hastanesi’nden Psikiyatri Uzmanı Dr. Y. Özay Özdemir ise, doğumdan sonra sekste dikkat edilecek konular hakkında şu önerilerde bulundu:

• Doğum sonrasında, bedeninizde ortaya çıkan değişimler konusunda eşinizi de bilgilendirin. Özellikle ilk üç ay vajinal mukoza (vajina içi derisi) daha ince ve hassastır, vajinal ıslanma, doğum öncesine göre daha az olabilir.
• Cinsel birliktelik sırasında vajinal ıslanma ve vajinal açılma, doğum öncesine göre daha uzun sürede gerçekleşebilir.
• Cinsel birleşme odaklı, kısa süreli cinsel ilişkiden kaçının. Birleşme öncesi cinsel oyunlar için daha uzun zaman ayırmaya gayret edin. Özellikle doğum sonrası ilk üç ay, bedensel duyumlara odaklanan, sıralı sevişme uygulamaları yapın.
• Birbirinize, sırayla (önce bedenin arka yüzü sonra ön yüz) dokunma çalışmaları yapın. Önce yalnız cinsel organlar dışında kalan kısımlar, daha sonra cinsel organların da dahil olduğu tüm bedene dokunuşlar uygularken hemen cinsel doyuma ulaşmayı hedeflemeyin.
• Cinsel birleşme için sizin de aktif olabileceğiniz pozisyonları tercih edin ve cinsel ilişkiyi siz yönetin. Cinsel birleşmeyi gerçekleştirmek konusunda yoğun endişe duyuyorsanız, birleşme girişimi sırasında acı hissi ve ağrı duyumsarsanız, ilişkiyi sürdürmekte ısrarcı olmayın.
• Doğum sonrası, yine özellikle üçüncü aya dek, cinsel doyum (orgazm) sırasında gerçekleşen kontraksiyonlar (cinsel bölge etrafında hissedilen kas kasılıp gevşemeleri) daha az sayıda ve daha az yoğunlukta olabilir.
• Eşler (erkekler) de doğum sonrası süreçte karmaşık duygular içinde olabilirler. Bir yanda “bir ebeveyn olmanın” yaşattığı duygular, diğer yanda gebelik ve doğum nedeniyle çeşitli değişimler yaşamakta olan eşin durumu arasında bocalayan kocalar. Tüm bu yaşananların etkisiyle onların da cinsel tepkilerinde değişiklikler olabilir. Cinsel açıdan uyarılmakta veya o zamana dek bir sorun yokken boşalmayı (ejakülasyon) kontrol etmekte zorlanabilirler.

5 Şubat 2016 Cuma

Erkeğin kalbini kazanma yöntemleri

Görür görmez sizi etkileyen erkeğin kalbini kazanmak için ne tür taktikler uygulamanız gerektiğini biliyor musunuz? Alçak sesle konuşmak, hafifçe tebessüm etmek gibi zamanın kalp kazanma yöntemlerini öğrenmek istiyorsanız yazımızı okuyun…

Bir dönem, flört rehberleri inanılmaz popülerdi. Kadınlar ve erkekler birbirini etkilemeye çalıştıkları sürece de popüler olacak. Fakat bu rehberlerin çoğunda birbirleriyle çelişkili ifadeler var.

Aslında flörtün doğası kişiden kişiye değişiyor. Özellikle sizin ve karşınızdaki erkeğin verdiği tepkiler, aranızdaki iletişimin nasıl gelişeceğini belirleyen en önemli etkenler. Tabii, zaman ve mekân da bir o kadar önemli. Ancak görünen o ki, yeni kuşak genç kadınlar ve erkekler için flörtün anlamı epey değişti.

Sezgilerinizi kullanın

Artık zaman sınırlı ve kimsenin uzun oyunlara vakti yok. Üstelik imaların yerini isteklerin açıkça dile getirilmesi, annelerimizin zamanındaki romantik düşlerin yerini de cinsel dürtüler aldı. Yine de bazı doğrular temelde hiç değişmiyor ama biçim değiştirdikleri kesin. Neyse ki her duygusal ilişkinin hala bir flört evresi var.

Peki, acaba eski yöntemlerin hangisini kullanmaya devam etmeli, komik duruma düşmemek için hangisinden uzak durmalıyız? Bunu anlamak için hem iyi bir gözlemci olmalı hem de sezgilerimizi iyi kullanmalıyız.

Alçak sesle konuşun

Bunun sizi daha etkileyici ve seksi kılacağını düşünseniz de gürültülü bar ve kulüplerde söylediklerinizin hiçbir şekilde anlaşılmaması tehlikesi var. Üstelik konuşma biçimine takılırsanız sohbetin içeriğini de kaçırabilirsiniz.

Her insan gibi sizin de kendinize ait özel bir ses tonunuz ve konuşma biçiminiz var, bunu nereye kadar saklayabilirsiniz ki? Bu noktada ne söylediğinizin nasıl söylediğinizden çok daha önemli olduğu ve söylediklerinizin kişiliğiniz, sosyal konumunuz, zekânız ve birikiminiz konusunda karşı tarafa çok önemli ipuçları sunduğunu unutmayın. Ama siz yine de alçak sesle konuşmaya özen gösterin.

Konuşurken gülümseyin

Hala geçerliliğini koruyan bir flört taktiği. Ama tüm konuşma boyunca sırıtarak gülünç bir konumuna düşmemek için zamanlamayı iyi ayarlamak gerekir. Şen kahkahalarınızı sonraki aşamalara saklayarak hafif tebessüm edebilirsiniz. Ayrıca asla alaycı davranmayın çünkü henüz karşınızdaki erkeği yeterince iyi tanımıyorsunuz ve onun neyi kaldırıp, neyi kaldıramayacağını bilmiyorsunuz.

Bakıp, gözlerinizi kaçırın

Karşınızdaki erkeği etkilemek için bakışlarınızı uzun süre onun üstünde yoğunlaştırmayın. Çünkü bu durumdan rahatsız olabilir. Bunun yerine sevimli bir bakış atın ve daha sonra gözlerinizi kaçırın. Böylece onda daha gizemli bir etki bırakmış olursunuz.

İlk hareketi ondan bekleyin

Evet, bekleyebilirsiniz çünkü aranızda zaten bir elektriklenme olduysa bunu kısa bir süre içinde yapacak ve bu sizin kendinize olan güveninizi artırıp heyecanınızı yenmenizi sağlayacaktır. Hangi çağda yaşarsak yaşayalım bir erkeğin bir kadının yanına gidip konuşmaya başlaması daha kolay ve onlar nasıl bir diyalog kuracaklarını sanki doğuştan biliyorlar. Fakat eğer cesur bir kadın olduğunuzu kendinize kanıtlamak gibi bir amacınız varsa elbette siz de laf atıp sohbeti başlatabilirsiniz.

Bedeninizle sinyal gönderin

Kullanılabilir bir yöntem ama sinyallerin türünü iyi belirlemeniz gerek. Mesela elinizle saçlarınızı karıştırmanız etkileyicidir. Ama dudaklarınızı yalamanız ya da parmağınızı sürekli ağzınızda tutmanız en hafif tabirle komik olur. Ne de olsa bir Playboy kızı değilsiniz. Hangi jestin karşınızdaki erkeğin hoşuna gittiğini birkaç küçük denemeyle bulmalı ama bu jesti yaparken doğal görünmeye çalışmalısınız.

Çocuğunuz Olmuyorsa Tiroit Hastası Olabilirsiniz!

Erkeklere göre kadınlarda daha fazla görülen tiroit bezinin düzgün çalışmaması, vücut savunma sistemini bozuyor, kadın üreme sistemine saldırıyor, gebe kalmayı engellediği gibi, gebe kalındığında düşüğe bile sebep olabiliyor.

Avrupa Tüp Bebek ve Kadın Sağlığı Merkezi Doktorlarından Op. Dr. Serhat Partalcı; çocuk isteyen çiftlerin düzenli ilişkiye girmelerine rağmen çocuk sahibi olamıyorsa mutlaka tiroit bezlerinin iyi çalışıp çalışmadığını kontrol ettirmesi gerektiğini belirtiyor. Kadınlarda beyin ve tiroit ile yumurtalık arasında, erkekler de ise beyin ve tiroit ile testis arasında bir ilişki olduğu yönünde bilimsel kanıtlar olduğunu söylüyor.

Tiroit hastalıklarının kadınlarda adet düzenini ve yumurtlamayı bozduğunu ve gebe kalmayı önleyebildiğine değiniyor.  Tiroit hormonlarının vücudun hemen her hücresinin işlevi için gerekli olduğunu, ister diğer hormonların yapımı olsun, ister hücre büyümesi ve çoğalması olsun metabolizmanın normal çalışması açısından vazgeçilmez hormon olduğunun altını çiziyor.  Besinlerden alınan iyodu kandan çekerek gerekli hormonları üreten tiroit bezlerinin normalin dışında hızlı veya yavaş çalışmasının sorun yarattığına, hastalık belirtilerinin tetkiklerden önce anlaşılabildiğine dikkat çekiyor.

Belirtileri Nelerdir?

Hipertiroidi denilen, tiroit bezlerinin hızlı çalışması; iştah artışına rağmen kilo kaybı, sinirlilik, çabuk yorulma, terleme, sıcağa tahammülsüzlük, çarpıntı, ishal veya sık dışkılama, kas güçsüzlüğü, ellerde titreme, bakışlarda şaşkınlık veya korku ifadesi, göz kapağının yukarıya doğru gerilmesi ve göz kapağında şişme, göz kürelerinin öne doğru fırlaması gibi belirtiler görülebilir.

Hipotiroidi de ise, tiroit bezlerinin yavaş çalışması halidir; halsizlik, çabuk yorulma, hareketlerde yavaşlama, kalp atışlarının yavaşlaması, uyku eğiliminin artması, soğuğa dayanıksızlık, ses kalınlaşması, yavaş ve kısık sesle konuşma, ciltte kalınlaşma, kuruluk ve saç dökülmesi, kaşların kenarlardan dökülmesi, kabızlık, terleme azlığı, yüz ve göz kapaklarında şişkinlik şeklinde belirtiler görülebilir.

Karadeniz Bölgesindekiler Dikkat!

Op. Dr. Serhat Partalcı; iyot eksikliğinden kaynaklanan bu rahatsızlığın besinlerle doğrudan bağlantılı olduğunu ve iyottan yoksun bölgelerde yetiştirilen sebze ve meyvelerde, hayvanların etinde iyot miktarının az olduğuna değiniyor. Özellikle Türkiye’nin Karadeniz Bölgesinde iyot miktarının düşük olduğuna ve burada kimyasal olarak iyodu yok eden karalahananın, bol tüketilmesinin tiroit hastalıklarının çoğalması açısından önemli bir etkisinin olduğuna dikkat çekiyor.

Dünyada troit bezleri problemini suya, ekmeğe ve süte iyot katarak çözen tek ülkenin ABD olduğunu belirten Op. Dr. Serhat Partalcı, Türkiye’de de bu uygulamanın başlatılmasının önemli olduğuna değiniyor. İyot bakımından yüksek deniz ürünlerinin tüketilmesini, iyotlu tuz kullanılmasını, özellikle Karadeniz bölgesinde iyotlu tuzun pişen yemeğe ilave edilmesini, yukarıdaki belirtilere sahip kişilerin mutlaka uzmana başvurmasını öneriyor.

Parfümler ve Cilt Bakımı

Vücut ve cilt bakımında asıl mesele, karakterini ve huyunu belirlediğiniz cildinize bunlara göre bakıp yapmakta gizlidir. Eğer bu konuda kendinizi yeterli görmüyorsanız güzellik merkezlerinden de yardım alabilirsiniz. 

Yeteri kadar cildinizi gözlemlerseniz göreceksiniz ki cildiniz kuru, yağlı ya da karma olmak üzere bu 3 tipten birisine uyacaktır. Kuru bir cildi canlandırmak ve nemlendirmek için cilt ve yüz maskelerini kullanabilirsiniz. Bunların dışında haftalık duşlarınızın haricinde bir vücut arındırıcısı ile derinizi ölü hücrelerden arındırabilirsiniz.

Ayrıca çok sıcak su ile duş almayınız. Sebebi ise aşırı sıcak suyun vücuttaki doğal yağı eritmesidir. Orta derece suda duş aldıktan sonra nemlendirici kullanmanız gerekiyor. Hele ki kış aylarında kullanılırsa cildin kurumasını ve çatlamasını engeller. Biliyorsunuz ki nemlendiriciler cildin enerjik ve genç gözükmesini sağlarlar.

Diyelim ki yağlı bir cildiniz var.. O zaman kükürtlü sabun ve su ile temizlemelisiniz. Normal sabunlar yeteri kadar etkili olmazlar yağlı ciltlerde. Bunun yanında sivilce ve siyah nokta çıkma ihtimali diğer cilt tiplerine göre daha yüksektir. O yüzden yağlı bir cildiniz varsa temizliğine dikkat etmelisiniz.

Tüm cilt tipleri arasında bakımı en zor cilt tipi karma ciltlerdir. Sebebi ise bu ciltlerde yüzün bir bölgesinin yağlı olurken başka bölgelerinin kuru olmasından kaynaklanır. Size tavsiyem karma bir cildiniz varsa yüz maskesi kullanmanız olacaktır. Bunun yanında her bölgeye uygun ayrı ayrı bakım yapmalısınız.

Peki ya kuru ciltlerde ne yapmak lazım? Kuru ciltler saydam ve gergin olurlar. Onları temizlerken de sabun ve kireçli su kullanılmalı. Burada şunu atlamamak lazım ki kuru bir ciltle baş etmenin en iyi yolu nemlendirici kullanmaktır. Hatta badem yağı ve temizleme kremi de kullanabilirsiniz.

Cilt temizliğine değindikten sonra cildimiz ve kendimi ödüllendirirken kullandığımız önemli bir kozmetik malzemesine değinmeden olmaz. Yağlı ciltlerde turunçgiller ve çiçek esanslı Bur Berry tercih edebilirsiniz. Karma cilt yapılarında ise hafif baharatlı ve citrus ağırlıklı parfümler tercih etmelisiniz.

Cildiniz yağlıysa parfümler daha kalıcı olacaktır. Çünkü parfümler yağ moleküllerine tutunurlar. Ayrıca parfümleri nabızın fazla hissedildiği yerelere sıkarsanız hem daha çabuk havaya yayılmasını sağlarsınız hem de parfümler üzerinizde daha fazla süre kalırlar. Zaten eau de toilette 4 saat eau de parfume adlı parfümler ise 8 saat boyunca kalıcı olmaktadır.

Eğer kuru bir cildiniz varsa ve hangi tür parfüm kullanacağınız bilmiyorsanız odunsu ve çiçek aromalı St Dupont kullanabilirsiniz. Bilmelisiniz ki kuru ciltler canlılık ister ve bu karışıma sahip parfümler bu canlılığı kazandırırlar.

31 Ocak 2016 Pazar

Göğsünüzden Süt Geliyorsa Dikkat!

Göğsünüzden süt geliyorsa, adet düzensizliğiniz varsa bunu mutlaka önemsemelisiniz!

Meme uçlarından gelen uygunsuz sıvılar; kadınlık hormonu östrojen fazlalığından, ilaçlardan, stresten, beyin lezyonlarından, tiroid hormonu azlığından, kısırlığa sebep olan hipofiz adenomu gibi patolojik sebeplerden kaynaklanabiliyor. Göğüsten gelen bu sıvı genelde beyaz ya da renksiz olabildiği gibi bazı durumlarda sarı veya yeşil renkte olabiliyor ve bu durum kısırlığa neden oluyor.

Süt Üretim Hormonunuzun Seviyesini Biliyor musunuz?

Avrupa Tüp Bebek ve Kadın Sağlığı Merkezi Doktorlarından Op. Dr. Serhat Partalcı, daha çok süt üretiminden sorumlu olan prolaktin hormonunun fazlalığının kadınların üçte birinde adet gecikmesine, 1/3'ünde de memelerden süt gelmesine sebep olduğunu belirtiyor.

Bu durumun yumurtlama bozuklukları yaratarak kısırlığa neden olduğunu vurgulayan Dr. Partalcı, görme problemleri ve devamlı baş ağrısının yanı sıra, kadınlarda adet düzensizliği, göğüsten süt gelmesi ve gebe kalamama, erkeklerde ise sertleşme problemi ve cinsel istekte azalma şikâyeti olduğunda, prolaktin seviyesine baktırmanın çok önemli olduğunun altını çiziyor. Op. Dr. Serhat Partalcı; prolaktin yüksek olsa bile seviyesinin önemli olduğunu, kadınların yüzde  33’ünde adet görememe problemi yarattığından ve rahim iç yapısını değiştirdiğinden kısırlık oluşturduğunu aktarıyor.

Depresyon İlaçları Süt Üretim Hormonunuzu Yükseltebilir

Gebeliğin prolaktin seviyesini doğal olarak yükselttiğini belirten Op. Dr. Serhat Partalcı; normalin dışında aşırı egzersiz, göğüs travması, stres, böbrek yetmezliği, epilepsi krizi sonrası, hipotroidi, kullanılan ilaçlar ve özellikle depresyon ve estrojen ilaçlarının prolaktin seviyesini yükselttiğini kaydediyor.

Op. Dr. Serhat Partalcı; öncelikle prolatin yüksekliğinin sebebinin bulunması gerektiğini belirtiyor. Bu sebep hipotiroididen kaynaklanıyorsa bu hastalık iyileştiğinde kendiliğinden sorunun çözüleceğini söylen Op. Dr. Serhat Partalcı; ilaç tedavisine cevap vermeyen büyük adenom (beyin sapı selim tümörü) durumlarda cerrahi müdahaleye başvurulabildiğini sözlerine ekliyor.

Asabiyetin şaşırtıcı nedenleri

Bazen neden bu kadar sinirli ve gergin olduğunuzu anlamıyor musunuz?

Bazı sabahlar farkında olmadan sinirli bir şekilde uyandığınız oluyor mu? Özel Avusturya Sen Jorj Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr.Meral Kayahan, asabiyetin doğal sebeplerini yazdı.

Herkes zaman zaman aksileşebilir ama arkadaşlarınız veya aileniz sürekli bu halinizden şikayet ediyorsa durumunuzu gözden geçirmenin zamanı gelmiş olabilir. Peki fevri tavırlarınızın en yaygın nedenlerini öğrenmek ister misiniz?

Kafein

Kafein; kahve, çay, çikolata gibi yiyeceklerin içinde bulunan ve vücutta bağımlılık yaratan bir maddedir. Ayrıca uyku gideren ve enerji verici iki etkisi daha vardır. Bir çay fincanı kahvede yaklaşık 100 mg, aynı miktar çayda ise 70 mg, bir kutu kolada 50 mg, 100 gr sütlü çikolatada 20 mg kafein bulunur. Kafeinin normal miktarı kişiye göre değişir. Kafeine karşı duyarlılık, tüketim sıklığı düzenli olarak alınan miktar vücut ağırlığı fiziksel koşullar gibi birçok etkene bağlıdır. Pek çok çalışma, yetişkinler için güvenli olarak tüketilebilecek kafein miktarını günde 300 mg (yaklaşık 3-4 fincan kahve ya da 5-6 büyük çay bardağıdır) olarak tavsiye eder. Kafeinin en önemli yan etkisi uykusuzluktur. Etkisini kişinin uyumamasına değil de derin uyumasına mani olarak gösterir. Stres hormonlarının yükselmesine neden olur. Bu şekilde kan basıncını ve nabız atışını hızlandırır, kan damarlarında daralmaya bağlı el ve ayaklarda soğumaya neden olur. Bu durum vücudun stres altında verdiği tepkiye yakındır.

Hormonlar

Stres, karşılaşılan olaylarda insanın ruhsal ve bedensel sınırlarının zorlanmasıdır. Bedenin stresle karşılaşması sonucunda adrenalinin salgılanması gerçekleşir. Bunun sonucunda kan basıncı yükselir, kalp atışlarında hızlanma, midede hiper asidide olabilir. Beden ısısı artar, solunum derinliği, hızı artar, el ve ayaklarda üşüme oluşur.

Düzensiz beslenme

Kahvaltı yapmadan evden çıkıyor, gün içinde yoğun iş deposundan dolayı öğün atlıyorsanız, yeterli miktarda su içmiyorsanız, karbonitrat, protein ve yağı dengeli oranda alamıyorsanız ve ağırlıklı olarak fast-food tüketiyorsanız düzensiz besleniyorsunuz demektir. Kötü beslenme hücre yenilemesi işlevini aksatır. Cildiniz canlılığını ve tazeliğini kaybeder. Yorgunluk, çabuk yorulma, baş ağrısı, aşırı sinirlilik ve düşünce,hafıza sisteminde bulanıklaşma görülür. Güne kahvaltı yaparak başlayın, gıda alımınızı gün içine yayarak üç ana öğün, üç ara öğün şeklinde az ve sık beslenin ve bol su için.

Tiroid

Tiroid bezi, boynun ön kısmında yer alan ve salgıladığı hormonlarla vücutmetabolizmasını düzenleyen endokrin bir organdır. En sık rastlanan hastalıkları tiroid hormonun üretimindeki dengesizliklerdir. Tiroid hormonları aşırı miktarda salgılandığında hipertiroidizm, yetersiz miktarlarda salgılandığında ise hipotiroidizm meydana gelir.

Hipotiroidizm’de belirtiler

Halsizlik, çabuk yorulma, hareketlerde yavaşlama. Uyku eğiliminin artması. Ses kalınlaşması, ciltte kalınlaşma ve kuruluk. Saç dökülmesi, kabızlık terleme azlığı, yüzde ve göz kapaklarında şişlik.

Hipertiroide klinik

Bulgular normal veya aşırı yemek yenmesine rağmen kilo kaybı. Terleme, sıcağa tahammülsüzlük. Sinirlilik hali. Çarpıntı, yüksek kan basıncı. İshal şeklinde veya sık dışkılama. Göz kürelerinin belirmesi. Kas güçsüzlüğü ve ellerde titreme.

Cosmopolitan

Rahatlama Egzersizleri Nasıl Yapılır?

Gevşeme bedeninizdeki gerilimden sistematik bir şekilde, kurtulmaktır. 

Derinlemesine gevşediğinizde, motivasyonunuzu ve dikkatinizi yoğunlaştırmayı yitirmeyeceksiniz. Tam tersine bedeninizin neresinde en çok gerilim taşıdığınızın farkına varıp, bu kasları nasıl gevşetebileceğinizi öğreneceksiniz. Hatta, derinlemesine gevşeme için yapılan düzenli alıştırmalar enerjinizi ve üretkenliğinizi artıracaktır.

Yapmanız gerekenler

Şimdi yerinize iyice ve rahatça yerleşin ve herhangi bir tedirginlik hali varsa bir kenara bırakın. Kendinizi gevşetebilme yeteneğini kazandıkça tedirginliğiniz azalıp, yerini gevşemeye bırakacaktır.Gözlerinizi kapatın ve dikkatinizi önce kollarınıza ve özellikle ellerinize çevirin. Şimdi ellerinizi yumruk yapın ve bunu yaparken el ve kollarınızdaki gerilime iyice dikkat edin. Şimdi her iki elinizi de bileklerden, parmak uçları tavanı gösterecek şekilde bükün. Ellerinizin üst kaslarını ve kolunuzun üst tarafını kasarak iyice gerin. Gerilimi hissedin. Ve şimdi gevşeyin kollarınızı eski pozisyonuna getirin.

Gerginlik ve gevşeme arasındaki farkı hissedin.

Diğer bölgeler için...

Kafa: 
1. Alnınızı kırıştırın.
2. Gözlerinizi sıkıca kapayın.
3. Ağzınızı iyice açın, dilinizi damağınıza doğru itin, çenenizi kuvvetlice sıkın.

Boyun: 
1. Kafanızı geriye itin.
2. Kafanızı göğsünüze değecekmiş gibi öne eğin.
3. Kafanızı sağ omuzunuza doğru döndürün.
4. Kafanızı sol omuzunuza doğru döndürün.

Omuzlar: 
1. Omuzlarınızı kulaklarınıza çekecekmiş gibi yukarı çekin.
2. Sağ omuzunuzu kulağınıza değecekmiş gibi yukarı çekin.
3. Sol omuzunuzu kulağınıza değecekmiş gibi yukarı çekin.
Bu alıştırmalar da bazı kasları belli bir süre gergin hale getirme, gergin tutma ve yavaş yavaş gevşeterek, gerginlik ve gevşeklik arasındaki farkı hissetmek amaçlıdır. Kaslarınızı gergin halden gevşetirken aynı zamanda içinizden "rahatla ve bırak" deyin. Derin soluk alın. Nefesinizi yavaş yavaş verirken sessizce rahatla ve bırak deyin.

Çarşaf kırışıklığı uyku bozukluğu habercisi

Sabah yatak kenarında toplanmış çarşaf hem uykuyu hem de sağlığı olumsuz etkileyen "uykuda hareket bozukluğu"nun habercisi olduğu bildirildi.

Türk Nöroloji Derneği Uyku Bozuklukları Çalışma Grubu Üyesi ve Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Aksu, uykuda hareket bozukluğunun çeşitli sağlık sorunlarına yol açtığını belirtti.

"Sabah çarşafını yatağın kenarında veya üstünde bulanlarda uykuda hareket bozukluğu olabilir" uyarısı yapan Aksu, uykuda hareket bozukluğunun en önemli belirtisinin, yatakta çok hareket etmek olduğunu ancak bu hareketlerin çoğunun hasta tarafından hatırlanmadığını anlattı.

KALP KRİZİ VE FELÇ NEDENİ
Bu tür rahatsızlıkların kalp krizi ve felce bile yol açtığına dikkati çeken Aksu, "Uykunun yetersiz olması ev ve iş kazalarına davetiye çıkarır" uyarısında bulundu.

Uykuda hareket bozukluluğuna karşı ilaç tedavisi uygulandığını ifade eden Aksu, sık görülen hareket bozukluklarından diş gıcırdatmasında ise gece ağız içine takılan protezler ya da botoks uygulamasının yararlı olduğunu, çiğneme ve şakak kaslarına düşük dozda uygulanan botoksun en az 6 ay süreyle bu rahatsızlığı önlediğini belirtti.

BAŞKA NEDENLERE BAĞLI OLABİLİR
Türk Nöroloji Derneği Uyku Bozuklukları Çalışma Grubu Başkanı ve Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hikmet Yılmaz da "parasomni" denilen, anormal hareket ve davranışların, uykuya dalarken, yüzeysel uyku veya derin uykuda ya da rüyaların gözlendiği REM uykusunda görüldüğünü söyledi.

Bunların genellikle çocukluk yaşlarında başladığını, yaş ilerledikçe parasomnilerin sıklık ve şiddetinin azaldığını ifade eden Yılmaz, "Parasomniler, temel uyku bozukluğu olabileceği gibi baş ağrısı, nöbet, astım, aritmi, gastroözefajial reflü gibi altta yatan çeşitli bozukluk ve belirtilere bağlı olarak da ortaya çıkabilir. Bu nedenle parasomnilerin nedenini ortaya çıkarabilmek için görüntüleme yöntemleri ve diğer rutin tetkiklerin yapılması gerekir" diye konuştu.

EPİLEPSİ İLE KARIŞTIRILABİLİR
Parasomnilerin bazen epilepsi ile karıştırıldığına dikkati çeken Yılmaz, genetik yatkınlık, çevresel, uyku devamlılığını ve bütünlüğünü bozan veya psikososyal stres faktörler, ateşli hastalıklar, ilaçlar, solunum bozuklukları, alkol ya da madde kullanımı veya yoksunluğunun sorunun ortaya çıkmasına yol açabildiğini vurguladı.

Prof. Dr. Yılmaz, uyku bozukluklarıyla ilgili şu bilgileri verdi:

"HANGİ UYKU EVRESİNDE OLDUĞU ÖNEMLİ"
"Parasomnilerin hangi uyku evresinde olduğu, nedenin belirlenmesinde ve tedavide önemlidir. Gecenin ilk birkaç saati içerisinde ortaya çıkan, kişinin sabah hatırlayabildiği bir parasomni için ayırıcı tanıda uyku terörü ön plana çıkarken sabaha karşı görülen, belirgin terleme, çarpıntı gibi bulgular ve sabah hatırlanamayan bir atakta ayırıcı tanıda kabus bozukluğu akla gelir."

Ebeveynler ve eşlerden alınan öykülerin önemine işaret eden Yılmaz, "Çocuklar ataklar sırasında yaşadıklarını iyi tanımlayamadıkları ve yeterli öykü veremedikleri için bunların değerlendirilmesinde ebeveynlerin katkıları gerekir. Yatak arkadaşlarından ya da ebeveynlerden aldığımız öyküler bu açıdan önemli" şeklinde konuştu.